Senanur Yağız – 2002 / İstanbul

es-Selamu aleyküm. Ben 21 yaşında, henüz hayatın çok başında bir kul olan Senanur. Nasıl ve ne kadar zaman evvel olduğunu dahi hatırlamadığım bir anda başladı bizim Kudüs’le hikayemiz. Henüz bir odadan diğerine emekleyerek geçtiğim yaşlarda, karşıma çıkan sarı kubbeye parmağımı uzatıp seslenirken kalbime girdi bu sevda. Nedendir bilinmez, orayı her düşlediğimde gönlüme, ruhuma sekinet iner, henüz hiç tanışmadığım bu beldeye özlem duyup dururdum. Ailemin de beni teşvik etmesiyle (Allah onlardan razı olsun) birçok kutsal beldeyi ve mahiyetlerini henüz okul çağımın başındayken biliyordum. Fakat içlerinde en hasretle kavuşmayı beklediğim yeri de biliyordum; Filistin’in başkenti, Kudüs. Her ne kadar kabul edilmese, inkâr edilip dursa, medyada başka türlü lanse edilse de oraya vardığımda çok daha derinden idrak ettiğim bir konuydu bu başkent meselesi. Tek bir adımımız dahi yoktu ki orada ecdadın bir eseri olmasın. Havalimanına iner inmez her yerde İsrail İnsani Yardım Derneği’nin savaş mağdurlarına yaptıkları sözde yardımlar boy boy sergileniyordu. Ne büyük ironi, ne yaman çelişki ama… Keşke ülkeye girerken gösterdikleri nezaketi çıkarken de gösterselerdi de turist olarak gelen insanları bir suçlu gibi insanlık dışı muamele ile aramasalardı. Neyse… İşgal yaralarının henüz kabuk bağlamamış bir yere ayak bastım. Dört bir yanınızda sizi tedirgin edecek seviyede ağır silahlara sahip yüzlerce asker ve onların varlığını dahi umursamayan binlerce nefer. İnanın değil yüz yıl, bin yıl daha işgale devam etseler oradan silemeyecekleri tonlarca şey var. Öyle ya her şehrin bir hafızası var. Kıyafetlerinize, seccadenizee kadar kokusu sinmişken, dört bir yanınızı kaplayan askerlere aldırış etmeden yüreğinizi kaplayan huzur varken, bazen 2-3 saat uyku bile günü geçirmenize yetiyordu. Yıllarca kirada oturmuş bu ruhum, sonunda ev sahibi olmuştu. Bir gece yatsı namazından sonra otelimize dönerken Yahudilerin yas gününe denk geldiğimizden habersizce yürüyorduk. Girmek için zorladıkları kapıda halk öyle bir mücadele gösterdi, öyle korkusuzdu ki o an bu şehrin insanının, cesaretini Hz. Ömer’den aldığına emin oldum. Fakat aynı cesur halk nerede bir turist Müslüman görse gözleri dolu dolu, “Ne zaman buraya geleceksiniz bizi kurtaracaksınız?” diye soruyor ve bu ümmete sorumluluğunu hatırlatıyordu. Feth Yahudilere mabet olmuş. el-Halil’i görünce gözlerimden akan yaşlara hakim olamadım ve dönene dek uğruna dua ettiğim ne varsa bırakıp şu duayı tekrarladım: el-Feth yâ Allah, el-Feth yâ Allah, el-Feth yâ Allah.