Kudüs kalbimin üstünde ince bir tüldü, şimdi alın yazımız oldu.
Selamünaleyküm dostlar, ben tarih bölümü öğrencisi Saliha. 2017 yılında çok karışık bir şekilde rüyamda el-Halil Camii’nde İbrahim’in (a.s) kabri başında olduğumu gördüm ve uyandığımda içimden bir ses Hz. İbrahim beni çağırıyor, hemen Kudüs’e gitmeliyim dedi fakat benim o güne kadar ne bir bilgim ne de içimde bir sevgim vardı hatta orayı ben mi savunacağım, banane diye düşünürken kendimi her namazımın arkasına ya rabbi en hayırlı vakitte Kudüs’e gitmeyi nasip et diye dua ederken buldum. Dile kolay altı yıl her gün her fırsatta Kudüs’e gideceğimi etrafımdaki insanlara söyledim ve herkesten hemen hemen aynı tepkileri aldım; saçmalıyorsun, orası karışık, İsrail askerlerinden korkmuyor musun, nasıl gideceksin. Hayır korkmuyorum, aksine onlar bizden korkuyor hem oraya gidecek paran yok nasıl gideceksin, tabii ki de çabamla ve duamla gideceğim. Allah benim çabamı gördükçe ben Mescidi Aksâ’ya daha çok yaklaştığımı hissediyorum. “Orada ölürsen ne olacak bunları düşünmüyor musun?” Peki ben size soruyorum burada ölürsem ne olacak? Beni siz mi kurtaracaksınız diye cevapladığım garip sorularla tek başına mücadele eden bir genç kız oldum.
Artık mübarek ramazan ayı gelmişti. Herkes ibadetine yönelirken İsrail de Müslümanların üzerine yürümeye yöneldi. Biz de televizyondan gördüklerimizle kahrolasın İsrail diye beddualarımıza yöneldik ama insansın dua etmekle tatmin olmuyorsun, bir şeyler yapmak istiyorsun. Sezai Karakoç’un dediği gibi; peygamberler şehri, ilk kıble Mescidi Aksâ… Mirac’ın ikinci durağı, Kutlu Kudüs şehri tutsaktır. Bu acıyı duyanlar nerededir. Sahi neredeyiz? Kardeşlerimize orada eziyet edilirken biz hangi iftar davetindeyiz burada mı olmalıyız yoksa orada mı? Son günlere gelmiştik, içimde dayanılmaz bir acı ve dile dökülen dua. Ya rabbi ne olur beni de artık çağır da gideyim, bu kadar hasret yeter. Bir ramazan günü Aksâ’da iftar yapamayacak mıyız? Kardeşlerimize sarılıp biz yanınızdayız, biz geldik. Fetihe de geleceğiz diyemeyecek miyiz? Cuma vakti Gönül Abla’nın Kudüs Kumbarası projesinde ribata hanım kardeşlerimizi de götürüyoruz yazısını görmemle başvurmam bir oldu, bir dakika sonra telefonum çaldı. Arayan Gönül Abla’ydı, Gönül Abla’nın “çok hızlı dönüş yaptım değil mi, geliyorsan hemen pasaportunun fotoğrafını gönder” demesiyle kalbimde oluşan sızıyı anlatamam. Ağlamaktan ona cevap bile verememiştim, tabii ki gelirim nasıl gelmeyeyim diyemedim. Üç gün içerisinde hazırlanıp, havalimanında arkadaşlarımızla tanışmanın ardından uçağımıza bindik. İlk aklıma gelen biz oraya gezi için gitmiyoruz, Ramazan ayında ribat yapmak için gidecektik. Yani hepimiz Allah katında özenle seçilmiş kullardık. Elhamdülillah. Ne şerefle ne mübarek bir görevdi bu. Grubumuzu gören herkes bunu anlardı zaten. Bulanık havaları sevmeyip dışarı çıkmamak için çabalayan ben Kudüs’teki dinmek bilmeyen fırtınaya, doluya ardırış etmeden ayakkabılarımızın içerisinden gelen o su sesleriyle Aksâ’dan ayrılmadık. Her anımıza rahmet gözüyle bakıp, yürü kardeşim ayaklarına bir Kudüs gücü gelsin diyerek gezdik. Kudüs’lü gençlerle tanıştık, onların bizim grubumuza “Türkiye Türkiye” diyerek yaklaşması da bir başka güzeldi…. Aynı dili konuşmasak da aynı duyguları paylaştık. Babur Rahme’deki teyzelerin bize battaniyeleri verip zorla uyutmaya çalışmaları, iftarda yemek üstüne yemek gelmesi… “Allah’ım bu ne güzel, ne bereketli bir ramazan oldu teşekkür ederim” dedirtti. Hatimle kılınan teravih namazları, mescitte uyuyan kediler ve hiçbir anı kaçırmak istemeyen biz. Asla yorulamayan, bizi gezdirmekten geri durmayan Ebu Kuteybe. Seni hem kıskandım hem örnek aldım. Çünkü senin 25 kişilik gruptan bir kişinin bile kabine dokunsam beni anlar burayı fethe gelir ümidin vardı. Emin ol, kendi elimizle sessiz sedasız teslim ettiğimiz toprakları ve Mescid-i Aksâ’yı yine kendi elimizle almaya geleceğiz. Ebu Kuteybe, Merve, Gönül ve Mehmet Hoca… her biri bize Kudüs’ü anlatmak ve sevdirmek için adeta yarışıyorlardı. Bir an olsun bizi incitmediler, mağdur etmediler. Türkiye’nin dört bir yanından arkadaşlarla bizi buluşturdular. Aramızdaki o güzel samimiyete vesile oldular. Rabb’im daim etsin ve muhabbetimizi artttırsın. Şimdi o kutlu beldeden döndük ve sıra bizde. Omuzumuzdaki yükü hissediyoruz ve orayı fethedene kadar o yük hiç gitmeyecek. İsrail askerinin, bir Yahudi’nin de benim kardeşime zarar vermesini istemiyorum. Yaşamın da ölümün de bedel istediği şehir. Özgürlüğüne çok az kaldı, geliyoruz İnşaallaah