Rabia İrem Durgun – 2003/Ordu

Ben Rabia Durgun. İstanbul 29 Mayıs Üniversitesinde İngiliz Dili ve Edebiyatı okuyorum.

Bu yola ne zaman çıktım, nerede başladım bilmiyorum. Kendimi bildim bileli bazen annemin elini tutarak, bazen babamın omuzlarında gezerek bu yolda yürüyordum yürüyorum, Filistin’in, Kudüs’ün, Aksa’nın yolu. “En Uzak” olanın yoluna koyulmuştum, biliyorum. Vuslat ne zaman olurdu, hatta olur muydu onu da bilmiyordum. Sadece yoldaydım ve elimden geleni yapıyor/yapmaya çalışıyordum. Daha önce Kudüs seferim yaklaşık bir hafta kala iptal edildiğinde kendime demiştim; “niyetim ve çabam ortada iken ben hep orası için çalışıyorken bulunduğum mekanın önemi yok. Rabbim bir zaman tahsis etmiştir, o günü beklerim, yoluma devam ederim.” Başta da dediğim gibi uzun bir yolculuktan bahsediyoruz ki bu yolda çokça güzelliklerle karşılaştım, Kudüs Kumbarası da bunlardan biridir.

Kudüs sokaklarında, Aksa’nın surlarında adeta devriye atar gibi ikili gruplar halinde geziyorduk, bir kapı olmazsa öteki, o da olmazsa diğeri. İki dakika önce bir ekip arkadaşımız ret yemiş, bir de biz deneyelim şansımızı.  Sadece şu olayın bile işgalcileri nasıl sinirlendirdiğini görebiliyorduk, oradaki mevcudiyetimiz bile rahatsız ediyor onları elhamdülillah. Ama şunu da söylemem lazım ki dışarıda her ne yaşarsanız yaşayın Mescidi Aksa içerisine adımınızı attığınız an bütün hüzün yüklü bulutlar dağılıveriyor etrafınızdan. Uzun, yorucu ve üzücü, zor bir günün ardından akşam eve varmak gibiydi ona kavuşmak…

Ben belki hep bu yoldaydım dedim ama sanırım artık yolu daha iyi biliyorum, tanıyorum. Eski Şehir’in sokaklarında, Mescidi Aksa’nın surlarında yürüdüm. Şimdi kendi Mescidine giremeyen bir Filistinlinin hissine aşinayım, Esbat Kapısında kılınan namazların tadını biliyorum, Burak Duvarından gelen ayin seslerin insanın kalbini nasıl acıttığını hissettim. Bunların hiçbirini bir kitaptan ya da ders kaydından öğrenmem mümkün değildi. Ve üzgünüm, bir edebiyatçı olsam da bunları size nasıl anlatabilirim, ben de bilmiyorum. Gelmeniz lazım.

Aksa Tufanının yıldönümü sayılabilecek bir tarihte, Yahudilerin Sukot Bayramı dedikleri dönemde Kudüs’te varlık gösterebilmek bize bahşedilmiş bir lütuftu elhamdülillah. Her sokakta köşe başlarında “aranızda Türk var mı?” diyen, mescidin kapılarından bizi neredeyse her defasından geri çeviren askerlere rağmen oradayız hala elhamdülillah. Buradan ribat için Mescidi Aksa’ya giden, bin bir zorlukla Mescidi Aksa’ya giren ve girdikten sonra da ne olursa olsun yatsı namazına kadar orada kalan Kudüs Kumbarası yolcuları, Türk olduğumuzu ve ribat için geldiğimizi öğrendikleri anda Filistinlilerin gözlerinde kandil gibi parıldayan o ışığın zeytinyağıdır Allah’ın izniyle.

Bu yol uzun, beraber yürüyelim ve önümüzü aydınlatacak kandillerin sönmemesi için Kumbaramızı doldurmaya devam edelim inşallah.