Pınar Aygün – 2002/İstanbul

Selamunaleyküm, ismim Pınar Aygün. Doğma büyüme İstanbullu, aslen Elazığlıyım. Hacettepe Üniversitesi Aile ve Tüketici Bilimleri Bölümü 4. sınıf öğrencisiyim.

Spesifik olarak, şu konu Kudüs’e ilgi duymamı sağladı diye hatırladığım bir an yok aslında. Üniversiteye başladıktan sonra hayatımda çoğu şeyi değiştirdim, yaşantımı İslam’a göre düzenlemeye başladım. Bunun neticesinde Kudüs kendisini bana sevdirdi. Artık onun sevgisi yüreğimde bir ateşe dönüşmüştü. Sürekli okumalar yapıyor, çevrimiçi etkinliklere katılıyor, haberleri takip ediyordum. Umreye gitme düşüncesinde olan herkese “Önce Mescidi Aksa.” diyerek bunun sebeplerini açıklamaya başlıyordum. Mescidi Aksa benim gönlümdeki nazlı çiçek, hayallerimin baş tacı, aklımdan hiç çıkmayanım olmuştu. Onun, benim Müslüman kimliğime ihtiyacı vardı. Öncelikle Kudüs’e gitmeye niyet ettim ve elimden geldiğince birikim yapmaya başladım. Niyetimin gerçekleşmesi için olduğum yerde beklemedim, kendimce adımlar attım ve Rabbimin izni de bu işi kolaylaştırdı elhamdülillah. Önce niyet ve niyete yönelik adımlar lazım. Bu, hayatın her alanı için böyle. Daha gitmeden Kudüs’ün bereketine şahit olmuştum ve bu beni daha da heyecanlandırıyordu. Gitmeden önce az çok neyle karşılaşacağımı biliyordum ama bunun gururumuz adına ne kadar yaralayıcı olacağını bilmiyordum.

Mescidi Aksa’ya adım attığımda artık elimde telefon, video izlemiyordum. Ben cidden bu yaşanan durumların içerisindeydim. Yahudilerin Sukot Bayramına denk gelmiştik. Burada dikkatimi çeken tek nokta, Yahudilerin sahip olduğu çocuk sayısıydı. Neredeyse 5’ten aşağı çocuğu olan yoktu hatta benim saydığım çoğu ailede 7 çocuk vardı. Benim için çocuk meselesi genel olarak da büyük bir öneme sahip. Bugünün modern denilen ilkel dünyası evliliğe teşvik etmemekle birlikte evlenecekleri de verimsizliğe teşvik ediyor. Bu verimsizlik amacının başında eşcinsel evlilikler geliyor, sonrasında ise çocuk sayısı. Bir diğer husus da grubumuzdaki bir hanımefendinin dikkatini çekmişti. Biz oradayken Yahudilerin elinde hiç telefon görmedik. Onlar, hak olmayan davalarından asla taviz vermiyorlar ve çocuklarını da bu şekilde yetiştiriyorlar. Gelen Müslüman gruplar içerisinde ise neredeyse hiç çocuk yoktu, bir tek bizim grubumuzda birkaç çocuk vardı elhamdülillah. Ama daha çok olmalı. Gitmeden önce daha çok Mescid-i Aksa hakkında bilgim vardı. Halillurrahman Camii hakkında bir bilgim yoktu. Bu benim için büyük bir utanç meselesi -ki bence çoğu kişi bu camiinin durumunu bilmiyor-. Ben en çok orada yaralandım, en çok orada utandım, en çok orada yaşananlar ağrıma gitti. Yahudiler öyle bir millet ki, dirilere çektirdikleri eziyetler yetmezmiş gibi Peygamberlerin ve Sahabelerin mezarlarına da aynı şeyi yapıyorlar. Babürrahme Mezarlığı’na gitmeden önce Filistinli bir abi ve Yahudiler arasında bir tartışma yaşanmış, Yahudiler hemen askerleri çağırmış ve biz de tam o olayın üzerine denk gelmiştik. İnanıyorum ki Allah bizi, o adam için göndermişti. Biz geldikten sonra Yahudiler gitti. Abinin bize karşı o minnettar bakışlarını asla unutamıyorum. Bize “Şükran, şükran.” deyip duruyordu. Sonrasında mezarlığın halini görünce “Rabbim fetih ne zaman gelecek?” diye sordum. Aynı üzüntüyü Amvas Köyündeki kabirlerin başında da yaşadım. Amvas Köyündeki kabirleri ayyaşlar sarmış, her türlü pisliği yapıyorlarmış. Rabbimin izniyle fetih gelsin ve biz o mübarek insanların yattıkları yerleri temizleyip çiçeklerle yeşertelim. Beni etkileyen bir diğer konu ise Filistinliler’in Türkiye’ye bağlılığı. Bunu iliklerime kadar yaşadım. Boyunlarımızdaki kartlıkların üzerindeki bayrağımızı görenlerin “Turkiyya Turkiyya!” diye selam verişleri, ikramlarda bulunmaları, dillerimizi anlamasalar da bize karşı olan ışıltılı bakışları… Asla unutamayacağım. 3-4 yaşlarındaki bir kız çocuğunun bileğine, arkadaşlarımızın yaptığı bilekliği bağlarken çocuğun konuşmasının içinde “Turkiyya!” kelimesinin geçişini asla unutmayacağım, o an ağlamamak için kendimi zor tutmuştum. Çarşıda dolanırken sattığı yiyeceği bir kâğıda sarıp koşarak bana getiren o çocuğu asla unutmayacağım. “Buralara gelin, siz yönetin, yeter ki  gelin!” diyen Musa abiyi asla unutmayacağım. “Siz buraya turist olarak gelmediniz, sizi mehterlerle bekliyoruz!” diye bize seslenen diğer tur grubunun rehberini asla unutmayacağım. Bizden öyle büyük beklentileri ve umutları var ki. Niyeti ve imkânı olan beklemeden akın akın Kudüs’e gitmeli. Benim de bunları deneyimlememi sağlayan değerli Kudüs Kumbarası bağışçılarına çok teşekkür ediyorum. Rabbim size dünyada da ahirette de iyilik versin. Sizlerin sayesinde ümmet adına orada olabildik. Kalan ömrümde de sizlere borcumu ödeyebilmek adına bu davayı dünyaya yeni gelen yavrulara bile anlatacağım. Allah ebeden razı olsun.