Daha öncekilerden farklıydı bu kez Mescid-i Aksâ. Daha öncekilerden daha boş, daha öncekilerden daha sahipsiz. Hem en zor seferdi bu sefer, en imtihanlı olanı…
Daha farklı bir yoldan gittik bu sefer Aksâ’ya. Kara yolu ile daha uzun bir yolumuz vardı. Önce vazifemizi yapmalıydık. Bu kadar ihmal etmişken kutsalımızı, öylece kabul edilemezdik. Ödenen bedelleri hatırlamadan varamazdık Aksâ’ya. Mute şehitliğine uğradık hemen. Zeyd b. Harise, Cafer b. Ebu Talip, Abdullah b. Revaha… Resul’ün üç gözdesiyle birlikte 13 sahâbî efendimiz. Aksâ kadar boş Aksâ kadar sahipsiz. Anladık ki ihmal ettiğimiz sadece Aksâ değil. Mahcubiyetle çıktık tekrar yola. Hz. Musa’nın makamını görünce aynı mahcubiyet katlandı.
Ve Aksâ’yı gördüğümüz o an. İlk gördüğümüz andan bile kat kat büyük bir heyecanla tekbirler getirmeye başladık. Sabırsızlıkla koştuk ona. Ama bir aksilik vardı. Sanki hayat çekilmişti Kadim Kudüs sokaklarında. Dükkânlar kapalı, sokaklar ıssızdı. Yalnız Aksâ’nın kapısında karşılaştığımız üç beş zalim ve biz. Geldiğimize onlar bile çok şaşırmıştı. Ne yapacaklarını bilemez halde aldılar bizi içeri.
Ve sonunda… Mazlum Aksâ, mazbut duruşuyla karşımızdaydı. Şükür secdelerine kapandık Aksâ’nın bomboş bahçesinde. Sanıyorum bu boşluktan sebeptir ki eski bir dostun vefasızlığından yakınır gibi karşıladı bizi Aksâ:
– Siz mi geldiniz..?