Ben Nurhüda Yıldız. 22 yaşındayım. Bu mektubu yazarken çok severek okuduğum Uludağ Üniversitesi Fen Bilgisi Öğretmenliği bölümünden birkaç saat önce mezun oldum 🙂 Aslen Sivaslıyım ama üniversite dolayısıyla bir süredir gurbetteydim daha doğrusu öyle olduğumu sanıyordum. Fakat Kudüs’ten geldiğimden beri anlıyorum ki benim için gurbet yeni başlamış…
Kudüs’e olan muhabbettim küçük yaşlardan bir gönül bağıyla başladı. Miraç hadisesini ilk dinlediğimde büyülenmiştim. Yıllar geçtikçe, gördükçe, okudukça yaşadıkça bu sevgi, muhabbet duygusal bağlardan farklı bir boyuta taşınıp benim için bir davaya dönüştü. Kudüs, Müslümanların davası olmalıydı. Kudüs benim davam olmalıydı.
Kudüs’e gitmek benim için her zaman gömleğimin cebinde taşıdığım, sözcüklerden sakındığım, gidersem tamam olacağımı hissettiğim bir hayaldi. Ama Kudüs’e gidince tamamlanmak bir yana, daha da çok eksildiğimi hissettim. Eksik bir şeyler vardı sanki yanıma alamadığım… Kudüs gidip göreceğim ve dönüp hiçbir şey olmamış gibi hayatıma devam edebileceğim bir yer değildi.
Evet, Kudüs’te savaş yok, ama işgal var. Ve bu benim nefsime o kadar ağır geldi ki. İlk sabah namazımıza onca yol yorgunluğuna rağmen gözümüzü kırpmadan hazırlandık. Seccadelerimizi alıp, tesbihlerimizi kolumuza takıp, Aksa’ya kavuşma hayalimizle uçarak kapıya vardık. Türk olduğumuz için girmemize izin vermediler. O an başımdan aşağıya kaynar sular döküldüğünü hissettim. Ve bu davanın sandığımdan daha büyük bir dava olduğunu anladım. Bu dava büyüktü ama asla öksüz kalmayacaktı. Daha çok orda olmamız gerekiyordu. Kim var diye sorulduğunda sağına ve soluna bakmadan “ben varım” cevabını verenler biz olmalıydık.
Allah nurunu tamamlayacaktır. Biz buna zaten iman ediyoruz. Bizim elimizden olmasa bir başkasının elinden olacak. Önemli olan her şey bitiğinde ben hangi safta kalacağım? Kudüs’ün bana ihtiyacı var diyemiyorum belki ama benim Kudüs’e o kadar ihtiyacım var ki.. Bazı vakitlerde tüm kapıları ikişer üçer kez denedik. Her kombinasyonla, her yoldan, herkes bir şekilde Aksa’ya girmenin bir yolunu arıyor, Kadim Kudüs’ün sokaklarından oradan oraya koşuşturuyordu. Tüm kapıları, hatta askerleri nöbet değişim saatlerini bile ezberledik. Elhamdülillah hepimiz bir şekilde yollar bulup mescide girmeyi başardık. Ama orada bundan çok daha önemlisi kazandığımız bilinç oldu. Kapılardan çevrilmek, askerlerin sergilediği tutumlar ve bunun karşısında bizim hissettiklerimiz imanımızı yoklamamıza yardımcı oldu. Çünkü madde planından çıkıp ruh ekledik davamıza.
Bu noktada Kudüs Kumbarası dava ve vazife bilinci hususunda bizi çok önemli bir basamağa çıkardı. Bir Müslüman olarak, bu ümmetin genci olarak üzerimizde çok büyük bir sorumluluk vardı. Derler ki umreye gidenler davet edilenlerdir, Kudüs’e gidenler ise seçilmişlerdir. Biz inşallah seçilmiştik ve bunun hakkını orada ve daha sonrasında vermeliydik. Bu sorumluluk Kudüs’te bazen saatlerce kapı kapı yılmadan, usanmadan Aksa’ya girmeye çalışarak bazen de kin dolu gözlerle bize saldırmayı bekleyen askerlere karşı vakarlı ve kendinden emin dik bir duruşla sadece “var olmak, bulunmak” olarak kendini gösterdi. Anlıyorum ki asıl vazifemiz şimdi başlıyor. Konuşacağız, anlatacağız, elimizden geleni yapmak yetmeyecek; çok daha fazlasını heybemize koyup geri döneceğiz. İnşallah bu sefer esaret zincirlerini kırmış masmavi göklere döneceğiz.