Beni hep eğlendiren, birlikte kahkahalar attığım, aklıma gelince bile gülümsediğim bir dostumu, ilk kez mahzun, bir köşede sessiz sessiz ağlarken gördüm. Kudüs ve Mescid-i Aksâ ilk kez bu kadar mahzun ve bu kadar yalnızdı. Sabah namazlarında kapıda bekleyen, ilk saflara durabilmek için yarıştığım kalabalık yoktu. Rastgele selam verip tanıştığım, naneli çayını içip sohbetinden nasiplendiğim esnaflar yoktu. Güneş üzerimize doğarken Kubbetü’s-Sahra’ya çıkan merdivenlerde yan yana dizilip ilahiler söylediğimiz gençler yoktu. Zikirlerle, dualarla, çocuk cıvıltılarıyla, sohbetle, muhabbetle bereketlenen, İslam kardeşliğini iliklerime kadar hissettiğim Babu’r-Rahme sofraları yoktu. İşte böyle gördüm dostumu. Konuşmak, nedenini sormak anlamsızdı. Sadece yanına oturup, elimi uzatıp “ben buradayım” demek düştü bana. Ama öyle zamanlar oldu ki buna da gücüm yetmedi. Kapılar tek tek yüzüme kapandı. Dişlerimi sıktım. Yumruklarımı sıktım. Dostumu itlerin, çakalların insafına terk etmek zorunda kaldım.
Hem Kudüs hem de Mescid-i Aksâ dosttur benim için. Ama son gün, ayrılmadan önce dolu gözlerle Kubbetü’s-Sahra’ya bakarken gönlüme şu söz düştü: “Sen, taştan ve topraktan bir yapısın sadece. Kırılırsın, tamir edilirsin. Düşersin, yükselirsin. Bir taşın yere düşse ah etmezsin. Soğukta açıkta kalsan üşümezsin. Mahzunsun, amenna. Ama neticede Allah’ın evisin ve evin sahibi evi koruyacaktır. Asıl sarılmak istediğim; geldiğimi öğrendiğinde sevinçten havalara uçan 17 yaşındaki Muhammed, her sabah namazında bana senin videolarını atan Şeyh Cerrah’lı Ahmed, geceden sabaha muhabbetine de çayına da doyamadığım Sadullah Amca, yüzüne baktıkça cennet ehlinin simasını andıran Doktor Muhammed ve adlarını bilmediğim, bir kere bile selamlaşmadığım, gülen gözlerini görmediğim, yeryüzünün en şerefli halkı…” Dostlarımdan birkaçını görmek, onlara sarılmak ve hiç değilse gönlümü gönüllerine değdirmek için tüm zorlu yolları aşmaya, aşağılanmalara katlanmaya, hayatımı maddi manevi zora sokup yola çıkmaya değerdi. Bizi yola sevk eden Kudüs Kumbarası’na, yol boyu abilik-ablalık yapan kıymetli hocalarıma, birlikte aynı heyecanı paylaştığım arkadaşlarıma, seferimiz bitene kadar sabırla dönmeye devam eden gezegenimize, ters bir zamanda gelip de yolu yarıda bıraktırmayan ecele, bizi taşıyan tekere, ciğerime dolan her bir oksijen molekülüne tek tek teşekkür ederim.
Dost kötü günde belli olur derler. Artık çok daha yakınız dostlarımla.
Allah birlikte yas tutan herkese, bol sarılmalı, ne yapacağını şaşırmalı, “ne yaşadım ben” dedirtmeli, hatta ağlatmalı mutlulukları da birlikte yaşamayı nasip etsin.