Muhammed Hamza Çakar – 2000 / İstanbul

Havaalanına indiğimiz andan itibaren filizlenen heyecanım, Mescidi Aksâ’nın kapılarına ulaştığımız anda doruklara vardı. Kalbim öyle huzurlu ve öyle bir heyecan içerisindeydi ki bunu tam olarak betimleyebileceğimi sanmıyorum. Kâbe’yi ilk gördüğüm andaki heyecanım gibiydi… ve o an hissettim. Rabbimin başka bir evine misafir olarak kabul edildiğimin sevinci içerisinde etrafı izlemeye başladım. Eyüp Sultan Camii ve Fatih Camii’nin avlusunu andıran fakat çok daha da büyük olan o avlunun içerisinde dolaşan Filistinli kardeşlerimizin attıkları bir adım umut, bir diğer adım ise sabırdı. Mescidi Aksâ’da muazzam bir makamla namaz kıldıran imamların o hoş sesi kalbimi huzurla doldururken kubbenin oralardan hızlıca geçip de bizimle beraber Rabbimizi anan kuşların sesleri birbirine karıştıkça iç huzurum daha da artıyordu. El Halil’in mahzuniyeti, El Aksâ direnişinin izzeti, Eriha’daki Hz. Musa’nın kabrinin yalnızlığı, Hz. Yunus’un makamının gökyüzü mavisi kumaşının estetiği, Filistin’in masum ama neşeli çocuklarının acı tebessümü, Yafa’nın tarihi kokusu, binlerce yıllık Kudüs’ümüzün kadim kültürü… Yaşadığım duyguların yanlızca bir kaç tanesiydi…Kitaplarda okuduğumuz, eylemlerine katıldığımız, belgesellerde izleyip dualarımızda yer verdiğimiz Filistin ve Kudüs davamızın şuuru, o kutsal toprakları gezmek, görmek ve okumakla beraber o kadar fazlalaştı o kadar farklı bir hale geldi ki yapacağım en büyük işlerin ortasına Kudüs’ü koymaya karar verdim, en büyük duam Kudüs’ü bir gün özgür olarak görebilmektir. Seni unutmayacağım her bir zerresinde ya bir peygamber ya bir melek bulunmuş şehir…

“Bak ülkeme paramparça?
kim çizmiş bu sınırları…
kavuşacak,
bir gün elbet
ayrı düşmüş ellerimiz..”