Meşhur bir hikâye vardır: Körlerin fil tarifi. Hikâyeye göre karanlık bir ahıra kapatılmış bir filin ne olduğunu tahmin etmeleri için bir grup insan ahıra çağrılır. Her biri filin bir uzvundan tutar ve çeşitli yorumlarda bulunur. İçlerinden biri filin hortumunu tutar ve bunun büyük bir yılana benzediğini söyler. Kulağını tutan: “Yelpazeye benziyor.” der. Kuyruğunu yakalayan bir başkası ise onu halata teşbih eder.
Kudüs’e gitmeden orası hakkındaki düşüncelerimin, körlerin fil tarifinden farkı yokmuş meğer! Parçalara odaklanmaktan bütünü görememişim.
Bahsi geçen hikâyede orada bulunanların gerçeği görebilmesi için gerekli olan şey yalnızca ışıktır aslında. Kudüs gerçeğini görmek, onu doğru anlamak ve meseleye bir bütün olarak bakmak konusunda Kudüs Kumbarası projesi bana adeta ışık oldu.
Bu sebeple başta projenin fikir mimarı Gönül Hanım ve projeye destek veren Burak Derneği olmak üzere bu kumbaraya katkıda bulunmuş her bir fertten Allah ebeden razı olsun. Nasıl hayırlı bir işe vesile olduklarını, ancak ahirette cennetle müjdelendikleri zaman anlayabilecekler. Zira bahsettiğimiz topraklar Allah’ın “çevresini bereketli kıldığı”, ibadetlerin “birine bin sevap” verilen, peygamberler beşiği, yurdu, yuvası olan bir belde. Bu beldeye gitmemize vesile olanların 1’e 1000’le ölçülemeyecek kadar sevaba nail olduğuna kalpten inanıyorum.
Bu satırları okuyan herkesin bilmesini istediğim bir şey var. Kumbaraya seçilen kişiler hakikaten şeffaf usûllerle seçiliyor. Bunu biz grubumuz içinde fark ettik; ancak tura katılan diğer ziyaretçilerden gelen tepkiler de bunu doğruladı. Ne mutlu bize ki “Biz, bu kadar bilinçli genci bir arada görmedik.”, “Böyle gençlerin olduğunu bilmiyorduk.”, “Buraya seçilerek geldiğiniz o kadar belli ki!” gibi tepkiler aldık. Bu sözler hem kumbaranın şeffaflığının hem de bizim doğru yolda olduğumuzun bir göstergesiydi aslında.
Sözlerimi Aksa’nın murakıplarından Samer Siam’ın Kudüs’ü neden sevmemiz gerektiğiyle ilgili yaptığı konuşmasında verdiği bir örnek ve anlattığı bir rüyayla bitirmek istiyorum. Bir annenin üç çocuğunun olduğunu farz edin. Anne, bu üç çocuğunun hepsine aynı merhameti, şefkati ve sevgiyi gösterir. Ancak aralarından biri hastalandığında ya da hapse düştüğünde bütün ilgi ve şefkati onun üzerine yoğunlaşır. İşte ümmetin üç evladı diyebileceğimiz Mescid-i Haram, Mescid-i Nebevî ve Mescid-i Aksa karşımızda bir imtihan vesilesi olarak durmakta. Bu üç mescit arasında Aksa, altına kazılan tüneller sebebiyle hasta. Oraya her isteyen girip namaz kılamadığı için mahpus. Bizim, ümmet olarak tüm sevgi ve şefkatimizi onun üzerinde yoğunlaştırmamız gerek. Rüyaya gelince, Samer Bey bir gece rüyasında Kudüs’ün kurtulduğunu görür. Kurtuluşa vesile olan kişi ise Türkiye’den gelmiştir. Bu rüya bile aslında oradaki insanların bizlerden beklentisini ve bizim omuzlarımızdaki yükü anlatmaya yetiyor. Biz, Kudüs’ün kurtarıcısı olma yolunda gayret etmeye söz vererek oradan ayrıldık. Bir dahaki sefer özgür olduğunu görmek umuduyla!