Selamün Aleyküm,
Nacizane ben Kudüs Kumbarası’nın 12. ekibinden Mehmet Semih Gezer. Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesinde eğitimim devam etmektedir. 21 yaşında Kudüs Kumbarası vesilesiyle müslümanların şahsına bir şeref, omuzlarına kutsal bir sorumluluk ve İslam hakimiyetinin kilit noktası olan bu mübarek toprakları görmek, elhamdülillah nasip oldu.
Şüphesiz Mevla için mekân tayin etmek kendimizi Ehli Sünnet’in dışına tayin etmek olacaktır. Dolayısıyla Kudüs Şehri’nin Miraç mucizesinin ilk basamağı olması, Rabbimizin mekândan münezzeh olduğu halde Kâbe-i Muazzama’ya beytim demesi ile aynı sırdır. Bu sırla ki Mekke ve Medine ne kadar bizimse Kudüs de bizimle ve bizimdir.
Bize kendi yoğun programına ve zor hava şartlarına rağmen muazzam bir enerjiyle karış karış Kudüs’ü gezdiren ve öğreten Ebu Kuteybe’nin anlatımıyla Mescidi Aksa, “Üç tane evladı olan bir anne hayal edin (Bahsi geçen üç çocuk Mescidi Nebevi, Mescidi Haram ve Mescidi Aksa). Anne eğer çocuklarından biri hasta olsa, gurbete gitse veya hapse atılsa bütün sevgisini o çocuğuna yöneltir.” Bugün Mescidi Aksa hasta ve esir durumda. O annenin tüm sevgisini Mescidi Aksa’ya yönetmesi gerekiyor.
Henüz orada olmanın verdiği içimizde ki heyecanla mücadele ederken ansızın karşılaştığımız ve bizi görünce bağırarak “Yiğitler Hoş geldiniz” diyen Musa Hicazi ayak üstü yıllarca içinde biriken feryadı bir kaç kelimeyle şöyle ifade etti. “Biz sizi görünce seviniyoruz çünkü siz Sultan
Abdülhamit’ in torunlarısınız. Kanını canını Mescidi Aksa için veren Sultan’ın torunlarısınız. Siz Ertuğrul’un torunlarısınız. Siz hep mazlumların ve müslümanların yanında kan ve can çok ödediniz. Bu yüzden Allah sizi seviyor bizde sizi seviyoruz. Ve en yakın zamanda mehterle buralara gelirsiniz inşallah. Burada herşey ortak. Evlerimiz evlerinizdir, evlerimiz bütün ümmetindir.” Musa Hicazi o kadar içten o kadar samimi konuştu ki sanki Kudüs’e öz ve öz dedemi ziyarete gelmişim dizinin dibine oturmuş onu dinliyormuşum gibi hissettim. Musa Hicazi gibi orada her kimle karşılaşsak bizi görünce bu şekilde seviniyor ve bir kez daha anlıyorum ki gitmek lazım gitmek lazım gitmek lazım… Kudüs davası tankla tüfekle bombayla tarihe karışacak bir dava değildir. Kudüs imani bir meseledir. Kudüs Muhammedi bir hasrettir. Bu yüzden Kudüs davası yerküre üzerinde tek bir mümin kalana kadar devam edecektir inşallah.
Türkiye’ye geri döndüğümüzde kendimi, nasıl geçtiğini neler yaptığımızı soran her bir kişiye orada geçen her saniyemizi ilk heyecanla anlatırken buluyorum. Anlatıyorum ki herkes gitsin Müslümanların Siyonizm’e karşı verdiği savaşın kalesini hiçbir zaman boş kalmasın.
Hülasa, özelde Kudüs ve Mescid-i Aksâ, genelde Filistin davasını kazanabilmemiz için esaslı bir cihada muhtacız. Cihada maddi, manevi, büyük, küçük, siyasi, ekonomik, silah, kalem her ciheti ile sarılmalı, içimizdeki ve dışımızdaki İsraillere karşı tavrımızı netleştirmeli, emanetlere sahip çıkmalı ve İslam izzetini yeniden kuşanmalıyız ! Ancak Kudüs’ün fethi, fakültelerinde haramı yaşam tarzı haline getirenlerin değil gerektiğinde helalinden ve iyalinden vazgeçenlerin eli ile olacaktır. Bu yüzden her geçen gün iman, amel ve cihad yolunda ilerlemeli, ümidimizi gürleştirerek yürümeliyiz.
Hayber’in ruhunu hissedersek, Yahudiye tekrar Hayber hezimetini yaşatacağımız gün gibi aşikardır. O gün Mescid-i Aksâ fedailerinin kanları yerden kalkacak ve izzetin bütünü ile Allah’a ait olduğunu duymayan kalmayacak! O gün Mescidi Aksa’nın kubbesine çarpıp yükselen şu hoş sedayı duyar gibiyim:
“Hayber (i hatırla), Hayber (i hatırla), Hayber (i hatırla) Ey Yahudi! Muhammed’in orduları geri geldi!..”