Geçtiğimiz hafta Muhyiddin Şekur’un tevafukları görebilmek üzerine yazdığı bir metin okumuştum ve o haftamı Allah’ın bana gönderdiği işaretleri görmeye çabalayarak geçirdim. Şanslıydım, Allah benimle beraberdi ve bunu her adımımda hissediyordum. Bu anlardan birisi de kaçırdığım bir randevu sonucu Gönül Abla’nın tatlı sesiyle bana Kudüs ziyaretini müjdelemesi oldu. Öyle güzel öyle beklenmedik ama öyle tam zamanındaydı ki bunun şükrünü nasıl verebileceğimi bilemiyordum. Süreç bizim için o kadar kolaylaştırılmıştı ki hayretimi gizleyemiyordum. Hazırlık için bile birçok öneri liste gelmişti. Yoğun okuma ve izleme programıyla geçen bir haftadan sonra artık Aksa topraklarındaydım. Rehberimiz bizi Hıtta Kapısı’ndan geçirerek Aksâ’yla hiç kopmayacak gönül bağımızı kurdu.
Neden mi Hıtta Kapısı? Allah (cc) İsrailoğulları’na, “(Beytülmakdis) kapısından secde ederek (saygı ile) giriniz ve ‘Hıtta’ -‘Hata (ettik ya Rabbi, affet bizi)! ‘- deyiniz.” (Bakara, 2/58)
Böylelikle tövbelerle girdiğimiz kapıdan ilk başımızı kaldırdığımızda Kubbetü’s-Sahra’nın görkemiyle gözlerimizi buluşturmuş olduk.
İlk anda gözyaşı döktüğümü hatırlıyorum. Bu size biraz abartılı gelebilir ama bu tadı yaşayan biliyor, vallahi de biliyor. Zihnimin arka planında bilgiler yarışıyor; birisi diyor miraç mucizesinde burada 144 dönümün içerisinde bir yer yoktu ki peygamber olmasın, Efendimiz’in (sas) tüm peygamberlere namaz kıldırdığı tek yerdi burası. Diğeri diyor Hz. Ömer (ra) burayı fethettiğinde Tekbir Dağı’ndan “Allahuekber!” nidaları dalgalandı, sesin enerjisi vardır, bu tekbirler hep bu mukaddes şehrin üzerinde kaldı. Aklımdaki diğer ses sesleniyor; Hz. Meryem Mescid-i Aksâ içerisinde kalırken şöyle buyuruyor: “O hesapsız rızık verendir.”
Hz. Zekeriya (ra) buyuruyor: “Allah’ım ben sana ettiğim duaların hiçbirinde bedbaht olmadım.”
Düşünceler havsalamda git gel yaparken birden sarsılıyorum; Allah bana da hesapsız bu rızkı verdi ve ben şu an buradayım, dualarım karşılık buldu. Peygamber şehrindeyim. Sorumluluk yüksek, hakkıyla buraları ziyaret edebilecek miyim? Elhamdülillah ekibimiz o kadar güzel o kadar uyumluydu ki bu kaygım kendini umuda bıraktı, güzelliğe bıraktı, berekete bıraktı.
Kudüs o kadar güzel ve mübarek ki insan ümmet olmanın bilincine ve sevincine varıyor. Hele cuma günleri Mescidi bir görseniz! Tüm Müslümanlar birbirleriyle selamlaşıyor, elinde imkânı olan sofralar kuruyor, sanki siz orada misafir değilsiniz de ev sahibisiniz. Herkes size o gözle bakıyor. Kocaman bir platformda bayram kutlanıyor. Çocuklar ellerinde balonlar gözlerinde neşeyle Aksa’nın sıcacık taşlarında hoplaya zıplaya aileleriyle vakit geçiyorlar.
Ziyaretimizin bir kısmında Kubbetü’s-Sahra’da görevli bir hocamızın verdiği nasihati kulağıma kazıyorum;
– Sizin üç çocuğunuz olsa üçünü de aynı seversiniz değil mi?
– Evet hocam
– Biz Müslümanların da üç çocuğu var. Mescid-i Haram, Mescid-i Nebevi, Mescid-i Aksâ. Biz üçünü de çok seviyoruz. Peki, sizin bir çocuğunuz hasta olsa ona daha çok özen göstermez misiniz? Mescid-i Aksâ şu an hasta çocuk, değerli Müslüman kardeşlerim. Sizin ilginize ihtiyacı var.
Ezcümle, bu toprakların ne silaha ne paraya ihtiyacı var. Bizim bu toprakların bereketini görmeye, insanıyla hemhâl olmaya ihtiyacımız var. Kudüs’ün Filistin’in meselesi değil, Müslümanların meselesi olduğunu kavramaya ihtiyacımız var. Buradaki Müslümanların ilgimize ihtiyacı var. Bizim ev sahibi olmaya ihtiyacımız var.
Bize bu fırsatı veren Allah’a hamd olsun. Aracı olan Kudüs Kumbarası bağışçılarına ve ekibine bilhassa teşekkür ederim.