Bir hayli kırgınım bize. Bir o kadar da mutlu ve umutlu.
İçimde,
“Bir avuçtuk biz
Göklere sığmayan
Bir avuçtuk biz
Cennete susayan..” ezgisi çalıyor.
20 kişi uzunca yollardan geldik. Daha önce gitmiş, bu sevdaya gönül vermiş, tekrar kavuşmanın arzusuyla tutuşan ve kavuşmaya an be an yaklaşan 20 kişi. Sürecin getirildiği tüm zorluklara rağmen öncü olmanın ümmet adına görevde olmanın bilinciyle ve üzerimize yüklediği tüm sorumlulukla yola çıktık. Kapıların açık olduğunu, gidilebildiğini göstermek için. Sınırdan geçip öğle namazı sonrası Kudüs’e ulaştık. Her bir adımımız tekrar buluşma heyecanıyla daha da hızlıydı. Avlusundan içeri girince esenlik ve huzur ile hüzün ve burukluk hissi bizi sarıp sarmalamıştı.
Biz buradaydık boş kalan saflarını tekrar doldurmak için, gülmeyen çocuklarla beraber tekrar gülmek için, yaşlılarla tekrar muhabbet etmek için. Onlar, zaten hep buradaydı. Bizi bekliyorlardı.
“Türk müsünüz? Hoş geldiniz, üç ayın sonunda tekrar gelebildiniz. Biz sizi bekliyorduk.”
Bu sözler aslında neden daha çok çabalamamız gerektiğini ve daha önce gelmemiz gerektiğini yüzümüze çarpıyordu. Aslında yollar hep açıktı. Bize kaplıymış gibi gösterilmişti. Daha erken fark etmeliydik bu yolu. Belki biraz geç olmuştu, biraz da güç. Ama biz kavuşmuştuk. Görevimizi hakkıyla yerine getirmeye çabaladık. Şimdi bu görevi bizden sonra gidecek olan her bir kişiye devrediyoruz. Nedenini ve nasılını düşünmeden; Evet, buradayım deyip aksiyon almalı ve Kudüs için telafisi olan her şeyi tam da şuan feda edebilmeliyiz. Bizim ona, onun da bize her zamankinden daha fazla ihtiyacı var. Kudüs yeniden bir göreve çağırıyor hepimizi. Kudüs’ü hem korkutuyor hem muştuluyor. Kudüs, Havf ve Recâ vadileri arasında bir şehir… Mutlak hakikat nurunu tamamlayacaksa, Kudüs şehrayini yeniden gök kubbemizde ışıldayacak demektir.