Furkan Alperen Sonkaya – 1996 / Gümüşhane

Yafa şehri, Osmanlıların idaresine geçtiği günden itibaren gerek tarihi gerekse de coğrafi konumu sebebiyle en çok eser bıraktıkları şehirlerden bir tanesi olmuştur. Osmanlıların, özellikle 19. Yüzyıldan sonra, verdikleri önem sayesinde Yafa Akdeniz’in en önemli liman kentlerinden biri haline gelir. Üsküdar’dan kalkan gemilerin en çok uğrak yerlerinden bir tanesi de Yafa iskelesidir. 1909 yılında alınan özel bir izinle Yahudi yerleşimciler, Yafa’nın kuzeyine Tel Aviv adında bir mahalle kurarlar. Daha sonraki yıllar boyunca da Yahudi yerleşimlerini arttırmak ve büyütmek için çalışmalar yaparlar. 1917’de Osmanlıların bölgeden tamamen çekilmesinin ardından bu çalışmalar daha da hızlanır ve bugünkü Tel Aviv şehri ortaya çıkar. Tel Aviv, Yafa şehri içerisinde bulunan küçük bir mahalle iken bugün içerisinde Yafa’yı da bulunduran, 20 bini Müslüman olmak üzere 400 bin nüfusluk koca bir şehir olur. Bugün bar olarak kullanılan eski Osmanlı karakolu gibi Osmanlı’dan kalma eserler işgal altına alınarak tarihi ve manevi önemine muhalif bir şekilde kullanılmaktadır. Bu anlattıklarımız Filistin’de son yüz senede yaşananların küçük ölçekli bir özeti hükmündedir. Daha büyük ölçekteki uygulaması ise Filistin’in genelinde uygulanmıştır ve uygulanmaktadır.

Bu uygulamaya maruz kalan yerlerden bir tanesi de İslam’ın ilk kıblesi ve Müslümanların harem-i izzeti ve namusu olan Kudüs-ü Şerif’tir.  Hicretin on altıncı ayına kadar Müslümanlar Mescid-i Aksa’ya dönerek namaz kılmışlardır. Öte yandan Miraç hadisesinin başlangıç noktası da Mescid-i Aksa olmuştur. Bütün bu sebeplerden dolayı Müslümanların nazarında Mescid-i Aksa, Mescid-i Haram ve Mescid-i Nebevi’den farksız değildir. Tıpkı her insanın evinde bulunan ve onu yabancılardan gizlediği bir odasının olması gibi İslam’ın üç büyük haremi de bu üç büyük mescittir. Bu üç büyük mescit, Müslümanların canları pahasına korumaları gereken ve İslam düşmanlarının tasarrufundan kurtarmaları gereken namuslarıdır.

Bilindiği üzere Kudüs sadece Müslümanlar için değil, diğer dinler açısından da büyük bir öneme haizdir. Kudüs, cevelangah-ı Musa; yani Hz. Musa’nın (Aleyhisselam) dolaştığı güzergah, mehd-i İsa; yani Hz. İsa’nın (Aleyhisselam) doğduğu yer ve sahne-i Mirac-ı Muhammed; yani Rasul-u Ekrem Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa’nın (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Miraç mucizesinin ilk adımının gerçekleştiği yerdir. Bu öneme sahip bir belde çok hassas bir adalet dengesini ihtiyacını da beraberinde getirmektedir. 500 senelik Türk idaresinin tatbik ettiği Osmanlı adalet anlayışı her inanca saygılı ve onların ihtiyaçlarına cevap veren bir yaklaşımla bir düzen tesis etmiştir. Her türlü dini ve milli tahriklere şahit olduğumuz günümüzde ise bundan daha hassas bir dengenin tatbik edilmesi ihtiyacı aşikardır.

Fakat bir Müslüman olarak Kudüs’de adım attığınız her an İslam düşmanları, İslam’ın izzetinin ayaklar altına alınışını, Müslümanların esaretini ve çaresizliğini sizlere doruklarına kadar yaşatmaktadır. Mescid-i Aksa’da dolaşan İsrail askerleri her adımlarıyla aslında Müslümanların namuslarını çiğnemektedir. Aksa’da bulunan Burak Mescidi’nin güvenlik sebebiyle ibadete kapatılabilmesi aslında Müslümanların derin bir uykuda olduklarının açık bir göstergesidir. Mescid-i Aksa avlusunda Filistinli kardeşine şeker hediye eden bir Türk gencinin, İsrail Devleti’ne tehdit oluşturuyor bahanesiyle Aksa’dan kovulması hem ülkemiz gençleri için hem de İslam alemi gençleri için büyük bir utanç kaynağıdır. Kudüs’ü görmeden önce bu zulümden bir şekilde haberdar olan fakat durumun vahametini tam manasıyla idrak edemeyen bizler, Cenabı Hakk’ın nasip etmesi ve Kudüs Kumbarası’nın vesile olmasıyla, gönlü Kudüs sevdasıyla çarpan birkaç genç ile birlikte, bu duyguları yerinde yaşadık ve zulme bizzat şahit olduk. Kudüs-ü Şerif’ten döndükten sonra her birimiz kendi istidat ve ihtisasına göre Kudüs için bir şeyler yapmaya koyuldu. Fakat şunu gördük ve anladık ki; bu kadarı yeterli değildir, Kudüs için çabalayan gençlerin sayısını artırmak zorundayız. Çünkü bizler bizler, “Hakkını aramayan bizden değildir” diyen bir Peygamberin (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ümmetiyiz. Ümmetin gençleri olarak bizler bir yol bularak hakkımızı zorundayız. Takdir edilecektir ki bu yollardan bir tanesi Kudüs-ü Şerif’i ziyaret edip Filistinli Müslümanların yanlarında olduğumuzu onlara bizzat göstermektir.

Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) bir hadislerinde, “Yolculuk yalnız üç mescidedir; Mescid-i Haram, Mescid-i Nebevi ve Mescid-i Aksa’dır” diye buyurmuşlardır. Bu hadis-i şerif ile anlaşılmaktadır ki; Mescid-i Haram ve Mescid-i Nebevi gibi Mescid-i Aksa’nın da ziyaret edilmesi gerekmektedir. Öte yandan, Kudüs’te rehberimiz olan Filistinli Yusuf abimiz bizlere gayet samimi bir şekilde durumun ehemmiyetini izhar eden bir fetva vermişti; “Bu zamanda Mescid-i Aksa’yı ziyaret etmek Umre’den daha eftaldir”. 2015 yılında yaklaşık 600 bin Amerikalı, 400 bin Rus, 300 bin Fransız Kudüs’ü ziyaret etmiştir. Müslüman ülkeler arasında en fazla Türkiye’den ziyaretçi gitmiş fakat giden ziyaretçi sayısı 26 binde kalmıştır. Bu duygu ve düşüncelerle Kudüs-ü Şerif’i ziyaret etmenin önemini bir kez daha vurguluyor ve tüm muhataplarımıza gençlerimizi oraya göndererek, döndüklerinde Kudüs davasına şevkle hizmet etmelerine vesile olmalarını tavsiye ediyoruz.