Elif Büşra Demir – 1991 / Aksaray

Bismillahirrahmanirrahim,

Siz Kudüs Kudüs Kumbarası bağışçılarına, Mescid-i Aksâ sevdalılarına selam.

Esselamu aleyküm ve rahmetullah ve berekatuhu ve mağfiretuhu ebeden ve daimen hüsnen hatimen ve dayyiben mübareken fi cennetil firdevs…

İsmim Elif Büşra Demir, Mescid-i Aksâ’ya gitmeden önce sorsanız otuz bir yaşındayım deyiverirdim, ama şimdi, Mescid-i Aksâ’nın havasından, suyundan, rüzgârından, manevi ummanlarından nasiplendikten sonra Hazreti Adem’den beri yaşıyor gibi bilge, yeni doğmuş gibi pür-i pak hissediyorum. Oralara gidip kendini yeniden doğurmayan yoktur zannediyorum, zaten gitmeden hep duyduğumuz cümle, asla eskisi gibi dönmeyeceksiniz, olmuştu… Türk Dili ve Edebiyatı mezunu, yüksek lisans öğrencisiyim. Şükürle dolduğum bir evliliğim var. Anneyim, altı buçuk yaşında Ferahfeza bir evladım var, Kudüs masallarıyla büyüttüğüm… Kudüs’e, Mescid-i Aksâ’ya duyduğumuz âşînalık çocukluğumdan geliyor zira biz bu coğrafyanın müslüman evlatları olarak çok küçük yaşta öğrendik ilk kıblemizi, ikinci madebimizi, üçüncü haremimizi… Hepimiz duyduk bu üçlemeyi ne demek olduğunu bilmeden, üzerine düşünmeden… Namaz da böyledir ya büyüklerimizi, gördüklerimizi, hareketleri ezberlediğimiz dua ve surelerle taklit ederiz ama bir noktadan sonra tahkike dönüşür namazlarımız… Kudüs de öyle işte, taklitle başlayan Mescid-i Aksâ hürmetiniz tanıdıkça bir sevdaya, bir davaya dönüşür. Tanımadığınız bir insanı, tatları, kokuları, mekanları, hiçbir şeyi sevemezsiniz, önce tanımanız gerekir. Küçüklükten gelen taklidi bir Kudüs sevgim, saygım vardı benim de ama on sekiz yaşına gelip baktım o sevgi ve saygının içine, içi boş, tanımıyorum ki seveyim, dilini öğrenmemişim ki konuşayım, anlayıp anlatayım…. Hatta Mescid-i Aksâ demek o altın sarısı kubbe demekmiş, hiç merak dahi etmemişim Kudüs neresi, Mescid-i Aksâ benim neyim olur…İşte bu ilk kıblemiz, ikinci mescidimiz, üçüncü haremimiz bilgisinden öteye geçip Kudüs’ü, Mescid-i Aksâ’yı hakkıyla tanımak, bilmek, anlamak istedim. Araştırıp, okuyup, dinleyip Kudüs’ü tanıdıkça, Mescid-i Aksâ’nın önemini kavradıkça çok sevip, çok hayran olup, hasretini çekmeye başladım. Çok aç hissettim, çok susamış, Mescid-i Aksâ’ya çok muhtaç… Yani Kudüs’e gitmeden önce sevdası yanmaya başladı yakmaya  içimi… Öyle bir mübarek belde, öyle mucizelere şahit olmuş ki nasıl sevdalanmayalım… Kainatta hiçbir enerjinin kaybolmadığını öğrendik. Orda yaşanılan tüm mucizelerin enerjisi hâlâ orada… Hâlâ ilk Allahuekber nidâsı, Peygamberimin, yüz yirmi beş bin peygamberin, Hazreti Ömer’in ve nice sahabelerin, evliyaların, âlimlerin, nice hak yolcusunun tekbir sesleri, dualarının yankısı hâlâ oradayken ve her an yeni tekbirlerle dua üzerine dua eklenirken Kudüs’e sevdalanmak, Kudüs’e gitmek için sabırsızlanmak o kadar anlaşılır ki…

Her an kutsiyeti artan, kıyametin yıkmayacağı, mizanın, sırat’ın kurulacağı bir yerden bahsediyoruz… Mescid-i Aksâ’nın taşlarına koşup sarılası şahit oldukları mucizeler hürmetine yüz süresi geliyor insanın bütün o taşlara… Selam size ey Allah Resul’ünün üzerinde yürüdüğü taşlar, selâm size Peygamberim efendimizin Mirac’ı mescidi Aksâ’da yaşadığına inandırmak için betimlerken bahsettiği beyaz sütunlar, selâm sana 125bin paygamber cemaatini imamı hatemü-n’nebi efendimle birlikte ağırlayan Aksâ avlusu, hangi duvarında bağlıydı Burak, bu köşeye de değdi mi peygamberimin bakışları… Taş olsaydım, ama Aksâ’da bir taş, yeryüzündeki bütün taşlar Mescid-i Aksâ’yı oluşturan tüm taşlara imreniyorken insanın Aksâ’da bir taş olası, Kudüslü bir çocuğun yerden alıp hem kafir hem zalim hem hain İsrail Askerine fırlattığı taş olası geliyor, Kudüs’ün göğünü yara yara taş olup yağmak istiyor insan tağutun üzerine, yeter ki esirgensin Aksâ, bağışlansın Kudüs…

 Ben de işte böyle bir duygu yoğunluğu ve ruh hâliyle hasret çekip bir gün nasip olur mu diye Kudüs’e gitmeyi bekliyordum. Kudüs de hakikaten maddi imkânı olanın değil, çağrılanın gidebildiği bir belde. Orda gördüğünüz kim varsa, Kudüs halkı dâhil, davet eden de nasiplendiren de Allah… Benim davet vaktim de 2023’ün 11 Nisan’ında saklıymış. 6 Şubat’tan itibaren depremzede kardeşlerimiz için çalışan bir gönüllüyüm. Deprem bölgesi Antakya’dan ikinci defa dönmüş ve ruhumu çok yorulmuş hissedip bir teselli ararken Mescid-i Aksâ saldırısı yaşandı ve o süreçte cânım dostum Nihan Mestanlar’ın İnstagram durumunda Kudüs Kumbarası, Ribat ekibi, çağrısını gördüm. Hayatımın son on yılında sosyal medya kullanmayıp birkaç ay önce hesap açmış biri olarak Gönül Hoca’mdan da Kudüs kumbarasından da ne yazık ki o ana kadar haberim olmamıştı. Yazık, dedim çünkü daha evvel tanışmış olmayı aynı sevda ile yanan kalplerimizi kucaklaştırmayı çok isterdim… Gönül hocam 6 Nisan’da sadece yeşil pasaportu olan erkekler için ribat duyurusu yaptı, kendisine şöyle bir mesaj attım mesajı aynen paylaşmak istiyorum: “Selamun aleyküm, ismim Elif Büşra Demir 31 yaşındayım, evliyim, 6 yaşında kızım var, yeşil pasaportum var, iman dolu göğsüm var evladımı emanet edebileceğim annem babam gitmemi destekleyen salih bir eşim var. Cinsiyetim kadın ama er kişinin imanından daha zayıf değilim. Deprem bölgesi Antakya’dan yeni döndüm, zaten davamız cinsiyet değil şahsiyet meselesi değil mi, beni de götürün isterim, 0552xxxx telefon numaram İstanbul Başakşehir, Kayaşehir’de oturmaktayım. Selam ve dua ile…” cânım Gönül Hocam da bir ses kaydı ile, isteğimden imanımdan şüphe duymadığını ama şu an ordaki bütün koşulların nasıl olacağını öngöremedikleri için kadınları gönderemeyeceğini yine de Kudüs kumbarası sayfasından formu doldurmamı, ileri bir vakitte nasip olabileceğini söyledi. O an içimde yanan ateşin harlandığını hissettim. Kalktım abdest alıp iki rekât namaz kılıp yolları açacak ve nasip edecek yegâne gücün sahibine yalvardım, lisanımca neden gitmek istediğimi anlattım anlatmama gerek olmadığını bildiğim hâlde, bu kadar hasret yeter beni kavuştur, hayırlı yol arkadaşlarıyla kabul et bereketli topraklarına, beni de çağır… Bu münacatın ardından besmele ile başladım formu doldurmaya, sanki bir hayale bir rüyaya ne kadar güvenilirse o kadar bir güvenle, yani gerçek olmayacağını bilerek -aslında öyle zannederek- gönderdim doldurduğum formu… Ertesi gün bilmediğim bir numarayı tereddütle açarken başvuru yaptığımı, Gönül Hoca’mın beni arayabileceğini unutmuştum bile. Arayan Gönül Ayyıldız’dı, Kudüs’e ribat grubuyla gider misiniz dedi, bir dakika sonra pasaportumun fotoğrafını göndermiştim bile… Evden şimdi çık deseydi o an çıkabilecek bir vaziyetteyken bir hafta vardı gidişimize… Geçmedi o bir hafta, akmadı sanki zaman… Bir baraj kapağını aşmak için çağlayıp duran su gibiydi duygularım… Geçmiyor gibi gelen zamanı dua edip niyetler alarak manevi bir hazırlıkla doldurmaya, ne ile karşılaşacağımı hakkıyla bilmesem de hayal edebildiğim bir mucizeye hazırlanmaya başladım. En çok hiç tanımadığım sizlere hiç tanımadığınız bu kardeşinize vesile olduğunuz için dua ettim şükürler, siz Kudüs Kumbarası bağışçıları benim kendi manevi Mirac’ımın Burak’ı oldunuz, ruhuma kanat oldunuz, dünyada kimsenin veremeyeceği sevinci bağışladınız, ikram ettiniz kalbime. Yeryüzünde bana bundan daha hayırlı bir armağan verilmedi. Hissiyatımı kelime ile anlatmakta aciz kalıyorum, belagatımın iyi olduğunu zannederdim ama kelimesiz kaldım, süzülen gözyaşlarım, şükür dualarım, sizlere hayır dualarım tamamlıyor dile gelmeyenleri… Ribat grubundaki yol arkadaşlarım belli olduğunda bir daha sevinç ve şükürle, hayranlıkla doldum. Gencecik çocuklar en büyükleri 24 yaşında her birinin iman kuvvesi simalarına yansımış… Onların yaşındayken ben nerede nelerle meşguldüm, onlardaki bu şuura ben hangi yaşımda geldim, bunlar cevaplaması zor ağır sorular… Evvel refik badel tarik, demişler. Yıllardır istediğimin hangi zaman için lazım olduğunu bilmeden ettiğim bir duam vardı, Allahım beni de sevdiklerimi de senin sevdiklerinle karşılaştır. Sevmediklerinden uzaklaştır. Kötülerle yolumuzu, izimizi kesiştirme.Bizi emin olduğun kullarına dost et.

“Allah’ın öyle kulları vardır ki, Allah adına yemin etseler, Allah onların yeminlerini yerine getirir.” (Buhârî) Benim içimi titretiyordu hep bu hadis. Ben Allah’ın bu kullarını kıskanıyordum. Manadaki haşyete bakar mısınız: “Allah’ın öyle kulları vardır ki, Allah adına yemin etseler, Allah onların yeminlerini yerine getirir” diyor canımız efendimiz (sav)… O kullar kimse o kullarınla yoldaş et, o kullarına sevdir beni Allahım, diyordum. Ribat arkadaşlarımla tanışıp hemhâl olunca, birlikte Kudüs’e gidince Ebu Kuteybe ile tanışınca hepimiz bir olunca fark ettim ki dualarım kabul olmuş fark ettim ki kıskandığım şeyi yaşatıyor rabbim ve bunu sizlerin, Gönül Hocamın vesilesiyle Kudüs yolunda Mescid-i Aksâ’da yaşattı… Rabbime şükrümü kelime ile anlatamam. Bu yolculuk, yol arkadaşlarım, sizin bağışlarınızın bize nasip olması benim münacatımın kabul oluşudur, bilmenizi isterim… Rabbimizin el Latif ismi her şeyi en ince detayına kadar nakşederek planlayan anlamında da kullanılıyor, bu yolculuk, sizler, bugün, şu an, el Latif’in ince ince nakşettiği planının işlemeleri. Kudüs’e olan muhabbetimiz, gönüllerimiz, içimizde kaynayan şu ateş kelime ile ifade edilemez ama anlatmadan da anlarız derdimizi şu hâlde. Rabbim her iş için kullarını seçer istihdam eder güzel işler için güzel kullarını toplar. Ümit ediyor ve inanıyorum ki Rabbim bizi gideceğimiz ve orda bulunacağımız süreye askerleri olarak atadı, bize bir hedef gösterdi, bizleri seçti, şükürler olsun ihsanına… İsim müsemmayı celbeder demişler, yol arkadaşlarımın isimleri Saliha, Elif, Zeynepx2, Zehra, Esra, Rumeysa, Nisa Nur, Merve, Şüheda, Yuşa, Muhammed Ali, Muhammed Osman, Muhammed Zahit, Muhammed Asım, Necati, Mehmet Semih, Hasan Mert, Furkan, Ahmet, Ahmet Emin, Adnan, Bünyamin, Abdullah… Seçilmişliğin habercisi isimler… Daha güzeli beş güzel kardeşimin de hafızlığı ile yoldaşlığımızı bereketlendirişiydi. İhsan içinde İhsan, ihlas içinde ihlas, bereket içinde bereket, şükür içinde şükür… Gönlümüzü bizleri bir araya toplayan o yüce amacımız sizlerin vesilesiyle her şeyin üzerinde geldi Mescid-i Aksâ’ya meftun, Kudüs masallarının mutlu sonla bitmesi için hayatı ve yaşayışıyla bir şeyler yapmaya gayret eden kardeşlerinizi Kudüs’e gönderdi, nasip edene şükürler olsun… Sizlerle bir araya gelmesek de kendi yerinize bizi Kudüs’e gönderip îsâr ahlakıyla bizi kendinize tercih ettiniz Allah sizlerden razı olsun. Hepinizi Kudüs sevdanızdan, davanızdan, derdinizden tanımış olmaktan sevinç ve şükür doluyum. Kalplerinizi muhabbetle selâmlıyorum. Yolumuz, yoldaşlığımız daim olsun, mübarek menzilimize hep birlikte ayrılmamak üzere kavuşmak nasip olsun niyaz ederim…

Kudüs’e gittikten sonra asla eskisi gibi olamayacaksınız, demişlerdi. İnanmıştım ama merak etmiştim neyin değişeceğini, Mekke ve Medine’ye gidenler hissetmişlerdir Mekke Celâl iklimi, bir haşyet var içi titriyor insanın Rabbinin azametinden ve çileli bir yer çünkü cânımız peygamberimiz Aleyhisselam çile çekmiş orada, reddedilmiş, boykot edilmiş, o zorluk sirayet etmiş Mekke’ye… Medine ise Cemâl ikliminde, her şey sakin, merhamet hissediliyor her yerde anne kucağı gibi, çünkü Allah Resul’üne kucak açmış, şefkat göstermiş hem peygamberimiz Aleyhisselam şu an o toprakların bağrında… Kudüs’ün hem Mekke gibi celâlli hem Medine gibi cemâli var. Korkuyorsun kaybetmekten zulme uğramaktan ama bir yandan da ümit doluyorsun Kudüs’ün kurtuluşu çok çok yakında gibi geliyor. Taş toprak, Mescid-i Aksâ kurtuluşa hazırlanıyor gibi bir heyecan duyup gelecek o güne sabırsızlanıyorsun…Ve bereketi, Rabbimiz kendi tarif ediyor, kendisini ve etrafını bereketli kıldık, diyerek… Mescid-i Aksâ’da her şey bereket üzerine… Ettiğin duaların amin demeden kabul oluşu var büyük küçük demeden, mesela, bir çorba olsa, dediğinde başını çevirip sana çorba uzatan eli görmek, canının çektiğinin sana hemen ikram edilmesi, binlerce insanın arasında o an andığın insanın karşında belirivermesi Mescid-i Aksâ’nın mucizevi bereketinden çok normal örnekleri… Ve sanki gerçekten cennette gibi hissediyor insan Mescid-i Aksâ sınırlarında… Çünkü kıyamet koptuğunda dahi Mescid’i Aksâ yıkılmayacak, orda sırat köprüsünün kurulacağı yer belli, mizanın kurulacağı yer belli, hepsi sahih… böyle bir yerdeki maneviyatı hissiyatı hayal etmek bile hayrete ve hayranlığa düşürüyor insanı… Nasıl bir yer ki Cebrail Aleyhisselam vahiy getirirken önce Aksâ’ya inip ondan sonra Efendimiz Aleyhisselam’ın yanına gitmiş, demek ki hem kâinatın hem de vahyin kalbidir Kudüs diye yorumlayabilir miyiz bu hâli, en doğrusunu Allah bilir ama orda o kadar çok sır var ki belki çok çok azına vakıfız ya da vakıf olduk zannetmiyoruz ondan şüphemiz yok… Bu mektubu yazarken çokça kelime ve duygu tekrarına düşüyorum yazarken aynı hisleri tekrar tekrar yaşadığım için heyecan ve coşkuyla duygularımı sıraya koymakta zorlanıyor hissederken yazdığım için birkaç kere aynı cümleleri kurabiliyorum affola. Kudüs’e gitmek, insanın kendini yeniden doğurması gibi, hakikaten başka bir ad bulamadım bu hâle sensin ama yeni başka bir sensin Mescid-i Aksâ senin kalbini ruhunu ölçüp tartmış ve senin neye ihtiyacın varsa onu sana vererek uğurlamış gibi… Bir de gidip dönemiyorsun, dönülemeyecek bir yer Kudüs, insan aklını, kalbini, ruhunu bıraktığı bir yerden nasıl ve ne kadar dönebilir? …

Kavuşunca nasıl hissettiğimi anlatmaya çalışayım lisanım imkanınca, bir annenin üç evladı olsa hiçbirini birbirinden ayırmaz ama hangisi hastaysa onunla daha çok ilgilenir gece başında bekler nöbet tutar. Kudüs’e de böyle gittim Rabbim Mekke de senin Medine de Kudüs de hepsine canım fedâ ama şimdi Kudüs hasta başını beklemek, nöbetini tutmak sarıp sarmalamak gerekiyor… Ve Mescid-i Aksâma girip Kubbetüs Sahra ile göz göze geldiğimde annesinin yolunu gözleyen bir çocuk gibi beklediğini hissettim. Hani Akif İnan’ın Mescid-i Aksâ şiiri’ndeki çocuk benzetmesi gibi, tam olarak o şiirde anlatılan hâli gördüm içim yandı, içim coştu, annenin yavrusuna koşmak isteyişi gibi koşup Aksâ’mı bağrıma basasım, ben geldim, yetiştim, kavuştuk bak üzülme, diyesim hissettiğim gözyaşlarını silesim geldi hem geldiğime sevindim hem o mahsunluğu hüzne boğdu…

Ve Mescid-i Aksâ’nın Müslümanları, Kudüs’ün Müslümanları, onların Müslümanca duruşlarından alacak çok ders, öğrenecek çok hakikat var. Her yaştan insanın içerisinde sonsuz bir Mescid-i Aksâ sevdası, dünyanın en imtihanlı coğrafyalarından birinde asla umutsuz ve karamsar olmayan direnişin destanını yazan Müslümanlar… Kutsallarına el sürülmedikçe yeryüzünde takva ile yürüyen Rahman’ın has kulları, onlar… Bir sabah namazı vaktinde Aksâ’dan çıkan Kudüslülerle dalga geçti İsrail askerleri, sataştı, laf attı. Karşıdan, acaba ne yapsam nasıl bir tepki versem düşüncesiyle içim öfke patlamalarıyla dolu ilerlerken, karşıdan gelen Kudüslülerin hepsinin başları dik ama bakışları yerdeyken sadece, hasbünallah venimel vekil, dediklerini duydum. Yani karşılık vermeye, gözlerini dikip kaşlarını çatmaya, kazanamayacağın hatta zarar göreceğin bir kavgaya girmeye hiç gerek yoktu. Ben de başım dik, gözlerim yerde, dilimde hasbünallah tesbihi ile geçip gittim aralarından, bu kısacık anda bana verilen Müslümanca duruş ve davranış dersinin ömrümde nasıl bereketleneceğini Allah bilir… Sabah namazı sonrasında Kıble Mescidi ve Kubbetüs Sahra arasında toplanan Kudüs halkı birbirlerini belki teselli etmek, belki heyecanlarını diri tutmak ve ne kadar kuvvetli olduklarını hatırlamak ve hatırlatmak için marşlar, ezgiler söyleyip özgürlük sloganları atıyorlar, o anlara şahit olurken göğsünüzde çarpanın kalp değil iman olduğunu hissediyorsunuz, öyle bir coşku… Her Müslümanın görmesi gereken bir diriliş ruhu… Kubbetüs Sahra, Silsile Kubbesi ve Kıble Mescidi o kadar insana, mesainin çocuklarının o masum coşkusuna gülümseyerek belki şükrederek bakıyor kim bilir… Mescid-i Aksâ’da kılınan namazlarda, avluda, Kadim Mescit’te, Babürrahme’de, Mervan Mescid’inde, Peygamber (sav) âşıkları kubbesinde saf tutanlar sadece insanlar değil, görmediğiniz ama hissettiğiniz ruhaniyetlerle omuz omuza rükuya, secdeye gittiğiniz bir cemaati var Mescid-i Aksâ bu dünyada olup bu dünyadan olmayan pek çok güzelliği, sırrı üzerinde taşıyan bir mekân… Buraya kadar yazdıklarımı okuyan sabrınıza teşekkür ederken fark ediyorum ki ne kadar yazarsam yazayım daha anlatmak istediklerim var, yazdıkça yazasım gelse de eksilmiyor daha anlatmak istediklerim, bütün bu anlatmaya çalıştıklarımı kendiniz yaşayıp en güzel hâliyle anlar, anlatamadıklarımı kendi hissiyatınızla tamamlarsınız dilerim…

Şimdi nasıl hissettiğime de değinerek devam etmek istiyorum her şeyi anlatmaya takatim yetmeyeceğini yine bilerek. Aklım, kalbim, ruhum Kudüs’te. Eskiden her gün haberleri olanı biteni takip ederken içim yanardı, kalbim çarpardı, ama ulaşılmaz hayale bir rüyaya bakar gibi hissederdim. Sonra o hayale, o rüyaya kavuştum. Hani hayaller rüyalar masallar hep daha güzeldir ama Mescid-i Aksâ hayallerin rüyaların üzerinde bir güzeldi ve Kubbetüs Sahram ile ilk göz göze gelişimde kalbim göğsümden fırlayıp Kubbetüs Sahraya koşmak istedi, dizimden derman çekiliverdi çünkü ruhum uçar hızla mıknatısın çekişi gibi koşmak istedi, ayaklarımın hızı kalbime ruhuma yetişemedi sadece tutsaklığın içerisindeki o azamete hayranlık ve şükürle, böyle ilahi bir muhteşem armağanın nasıl esir düştüğüne hüzünle bakakaldım Mescid-i Aksâmıza… İnanır mısınız taşlar konuştu benimle, ağaçlar, kuşlar, kapılar, şahit oldukları ne varsa anlatmaya başladılar, sanki Mescid-i Aksâ bana kutsal nefesini üfledi ve birden farklı görmeye farklı duyumaya farklı hissetmeye başladım… Cennet uykularını uyudum mescitlerinde, kalbim Mescid-i Aksâ’nın genişliği boyunca genişledi. Dünyanın en zengin, en sağlıklı, en toku, en kavuşmuş, en mutlu, en sevinç dolu insanı ben oldum birden. Cennette, ancak cennette böyle hissederim zannediyordum ama Mescid-i Aksâ’da tattım o cennet lezzetini. Ama dünyadayız ve dünya ayrılıklar alemi, ayrıldık işte. Ayrılık deyince gözyaşlarım süzülmeye başladı… Hani susayınca su içer kanarsın, kavuşunca içimdeki yangın diner sanmıştım tam tersi oldu, bundan öncesi yanmak değilmiş.

Ayrılık çok zormuş. Ayrılık evlenip evinden ayrılmak, okuyup şehrinden ayrılmak, sevdiğini toprağa vermek vs. değilmiş. Mescid-i Aksâ’da ayrılmakmış ayrılık. Doyamadım. Doyamam. Doymak da istemem. Aşkını isterim, yakınlığını. Gönlünde bir yerim olsun, gireyim hürmetine kâinatın yaratıldığı efendimin ayak bastığı, Rabbimin bereketli kıldığı Aksâmın gönlüne, yine en kavuşmuş ben olurum. Yine en zengin, en tok, en mutlu… Ben şimdi nasıl ayrılayım… Nasıl veda edeyim… Gönderme beni, dedim, giderken seni bekleyen bir taş olayım gönderme beni, bir daha sana gelememeye dayanamam, yanında kendime gelemesem de olur, ama ya bir daha gelemezsem sana… “ölüm ver Allahım verme, verme ayrılık…”

Bana bütün bu güzellikleri nasip eden Rabbime sonsuz şükrederek, siz değerli bağışçılara bu eşsiz ikramları için dualarla teşekkür ederek, beni cihada gönderir gibi gururla uğurlayan yolun en başından yol arkadaşım cânım eşim Mehmet Ali Demir Beyefendinin ve aslında kendisinin beni büyüttüğü emanetim Ferahfeza’nın beni uğurlarkenki sabrına, varlıklarına iyi ki diyerek uç uca eklediğim teşekkürlerim, dualarım, şükürlerim bitmez…

Kudüs bizim evimiz, bu temsili değil hakiki bir ev hissiyatı. Şimdi Ferahfeza’yı da eşimi de evimize götürmek, Mescid-i Aksâ’nın bize nasıl ev olduğunu birlikte hissetmek istiyorum. Anneler, babalar, çocuklarınıza Kudüs masalları okuyun, içi dolu sevgi tohumları serpin kalplerine sonra seyredin nasıl kuvvetli bir Sevda yeşerecek kalplerinde…

Gazzeli Eşref Ferhadi Hoca, Kudüs için ne yapalım, diye soranlara, emrolunduğu gibi müslüman olun, olalım, der. Eğer yeryüzündeki bütün Müslümanlar Allah’ın emrince, Resullah’ın(sav) sünnetince İslâmı yaşasa, eşler birbirlerinin hakkını saygı ve sevgi ile gözetse, hayırlı anne babalar olsalar, evlatlar hayırlı evlat olsa, öğretmenler ilimlerinin hakkını talebeler talebeliğin hakkını verse, yöneticiler emrolunduğu gibi yönetse, adil olsa, komşu komşunun hakkını gözetse, tüccar çalmasa, kandırmasa, terazi doğru tartsa, yani her yaş grubundan her dilden her renkten müslüman Müslüman olduğunu yaşayışında ve davranışlarında görse ve gösterse, ona bakan onun Müslüman olduğunu yürüyüşünden, oturup kalkışından, davranışından anlasa, bizim İsrail askerine attığımız taş o iman ve ihlasın kuvvetiyle bütün silahları, zırhları delip geçerek zalimi helak eder. Biz emrolunduğu gibi müslümanlar olursak bitecek bu zulüm…

Burdan kendime de sizlere de çıkacak ders Kudüs’ün fethini önce kendimizde, sonra ailemizde, sonra çevremizde başlatmak, emrolunduğu gibi müslümanlar olmaya gayret ederek…

Selâm ve muhabbetle, Kudüs’e hep birlikte kavuşmanın, kalplerin ve şehirlerin fethinin en yakın zamanda hayır ve güzellikle nasip olması duasıyla…