Bir insan uçağa adımını ilk attığı anda bu kadar heyecanlanabilir miydi? Bunca zamandır ekranlarda gördüğüm, hasretiyle yanıp tutuştuğum mescidimize kavuşacaktım. Gördüğüm andan itibaren zihinim gerçekliğini kavrayamadı. Öyle güzeldi ki anlatmaya kelimeler yetmez. Bir yanım sevinç bir yanım hüzün içerisindeydi.
Yüreğim burkuldu Allah’ım. İçim parçalandı. Filistin ve Mescid-i Aksa’yı esarette görmek getirdi beni kendime. Ne için yaşadığımı ve neyin ölmeye değer olduğunu hatırladım. Yıllardır uzaktan ağladığım acıma, gözlerimle baktım, kulaklarımla duydum ve ellerimle dokundum. Kokusunu her hücremde hissettim. Allah’ım ben buraya aitim, burası bana ait. Topuklarıma değen yollar, alnımın okşadığı taşlar hiç yabancı gelmedi bana.
Kuş olmak istedim Allah’ım, kuş olup mescidin bahçesinde uçmak istedim. Senin avlunda kuşlar, hep aynı yöne uçuyor müminler aynı yöne yürüyor. Seni görmek yüreğimi yerinden oynatıyor Ey Aksa.
Dört tarafı işgal tohumlarıyla doluyken dahi o kadar güzel parlıyordu ki, unuttum o an nefretimi. Ancak yöneldiğim her kapısında hatırladım tekrar tekrar esareti…
Anladım ki Mescid-i Aksa’nın derdi yalnız olmak değilmiş, unutulmakmış. Unutuyormuşuz biz meğer onu. Unutuyormuşuz Filistin’i. Unuttuğumuz her dakika mescidin bağrına indirilen bir hançermiş aslında.
Çok seviyorum Ya Rabb. Sen ki, bana Habibullah’ın emanetisin, nasıl sevmem seni? Nasıl ölmem, nasıl yaşamam uğrunda? Toprağında attığım her adımın altı şehit kanı ile süslenmiş iken ben nasıl yürürüm gafletle senin avlunda. Burkulan yüreğimi bir kenara bırakıp seni sevmeye ve uğrunda yaşamaya devam edeceğim biiznillah.
Bırakamadım, yüreğim hep aksada kaldı.. Hayatım iki parçaya ayrıldı. Mescid-i Aksa’dan öncesi ve Mescid-i Aksa’dan sonrası…
Evet o söylenmiş söz ancak senin için söylenebilirdi ve ancak sana sahip olanların söyleyebileceği bir sözdü o:
“Seni unutursam kalbim kurusun!”
Kalbim kurusun Ey Aksâ. Senden vazgeçtiğim gün, kendimden vazgeçtiğim gündür.
Bundan sonra daima sana gelmek için yaşayacağım…