Eleklerden geçilmiş bakır mı yoksa altın mı olduğumuza bakılmış uzun ve bir o kadar bereketli bir yolculuk…
Mute şehitlerine uğrayıp o bereket ile geçtik sınır kapısından sonunda ulaştık Aksâ’ya.
Avlusunun dolu olduğu çocukların cıvıl cıvıl seslerinin yankılandığı zamanlardan hiç bir eser kalmamıştı.
Bizleri avlusu boş hüzünlü bir Aksâ karşıladı. Normalde kollarını açıp o bize sarılırdı ama şuan mecali yoktu. Biz ona koştuk biz sarıldık, 20 kişi sağına soluna bakmadan Aksâ’ya sarılmak için koştu.
İnsanlar yüzümüze bakıp Türk olduğumuzu anlıyorlar ve selam verip tebessüm ile karşılıyorlardı bizi ama o tebessümün altında bir hüzün o hüznün altında bir sitem yatıyordu sanki. Bize bu zamana kadar neredeydiniz diye soracaktı ama soramıyordu.
Gerçi sorsa bile diyecek cevabımız yoktu. Haklıydı. Bu zamana kadar neredeydik, bak ne güzel geldik yollar açıkmış niye gelmedik, niye avluyu Yahudi çizmelerine teslim ettik?
Şimdi oradaki hissettiğim duyguları anlatmam için yazacak kelime bulamam bulsam bile cümle kuramam.
Size sadece oraya gidin derim. Gidin. Emin olun ki geri dönmeyeceksiniz bir parçanız orda kalacak.
Ben hâlâ Aksâ’nın avlusunda gözlüklerimi kaçıran Filistinli çocukların peşinden koşuyorum.