Ayşe Kahraman – 2001 / Samsun

Kubbetü’s-Sahra’yı gördüğümde heyecanımı, mutluluğumu yaşayamadan etrafındaki kimsesizliği görmemle başladı hüznüm. Mümin’de yoksun tek ve tenha. Diğer yandan Burak Duvarı’ndaki Yahudilerin kalabalığı… Bir tarafta 15 milyon Yahudi, diğer tarafta 1,5 milyar Müslüman… Bir tarafta dünyadaki Yahudi çocuklarını ücretsiz turlarla Filistin’e getirip kutsal şamdanlarını Aksâ’ya taşımaları inancıyla büyüten, orayı sevdirmek ve bir araya getirmek için her yolu deneyen Yahudiler; diğer tarafta yaşanılan zulümlere sessiz kalmak bir tarafa, görmezden gelen Müslümanlar. Evet, bunlar çok acı hakikatler. Sizlerle bir hutbeyi paylaşmak istiyorum: “Biz sizin din kardeşleriniz değil miyiz? Evet öyle idik öyleyiz de. Bunu hafife mi aldınız? Dara düştüğümüzde bu sizin hoşunuza mı gidiyor? Aç kaldığımızda bu sizi memnun mu ediyor? Gönüllerimiz sizinle beraber demek, ne ifade ediyor? Ey İslâm ümmeti! Tevhid’in gölgesi bizi birleştirmiyor mu? Bize silahlarınızı ödünç verin. Sonra özgürce Aksâ’ya gidelim! Mescid-i Aksâ’nın yok olmasını mı bekliyorsunuz? Ve bizim de yok edilmemizi mi bekliyorsunuz? Bize bir şeyler verin. Bırakın kınayıp ahlayıp vahlanmayı! Bize silahlarınızı ödünç verin. Utanın artık! Biz artık kınayıp ahlayıp vahlanmalarınızdan bıktık.

Ne zaman öfkeleneceğiz? Mukaddesatımız çiğnendiği zamansa çiğnendi! Mescitlerimiz kirletildiği zamansa kirletildi. İzzetimiz ayaklar altına alındığı zamansa o da ayaklar altına alındı! Milyar ümmetin gözü önünde, bir avuç Yahudi tarafından ilk kıblemiz Mescid-i Aksâ’da tahrik edici danslar edildi! Öfkelenmedik, ne zaman öfkeleneceğiz! Mescid-i Aksâ’nın yok edilmesini mi bekliyoruz? Neden gereken önemi vermiyoruz? Aksâ’nın murabıtlarından Ebû Kuteybe ile sohbetimizde üç mescitten hangisini daha çok seviyorsunuz diye sormuştu bize. Ben de içimden Mescid-i Haram demiştim. Sonra ekledi: “Bir anne üç çocuğu arasında seçim yapabilir mi?” Ve tekrar ekledi: “Ya üç çocuğunuzdan birisi hasta olsa hangisine daha çok ihtimam gösterirdiniz.” Gözlerim doldu. İşte hasta olan çocuk Mescid-i Aksâ’dır. Biz bir anne olarak gereken önemi veriyor muyuz? Peki, bizim ne yapmamız gerekiyor? En başta yeise kapılmayacağız. Dava adamı, bir iş yapacakken yokları saymakla işe başlamaz, var olanları düşünerek adım atar. Olumsuzluklara odaklanmayı şeytanın bir hastalığı olarak görür. Varken herkesin yapacağını ama hiçbir davanın varlıklar içerisinde başarıya ulaşmadığını bilir. Tarihin kaderini değiştiren ne kadar adam varsa bunların profesyonel, çok iyi yetişmiş insanların eliyle olmadığını, başarının inanç ve aşk ile kazanıldığını unutmaz. Biz de bu sebeple imar etmeye öncelikli olarak kendimizden başlayacağız, tüm uyuyanları uyandırmaya bir tek uyanık yeter imasıyla. Kendi evlerimizde İslâm devleti kuracağız ki Allah da sokaklarımızı İslâmlaştırsın. Kardeşlerimizle vuslatımızı sonlandıracağız ve bütün benliğimizle Kudüs’e gideceğiz. Bizi gördüklerindeki sevinçlerini ben size anlatamam sizin gidip görmenin gerekir. Öyle ki oranın halkı siz geldiğinizde buradaki zeytin ağaçları bile sevinir, derler. Biz gidip halkıyla konuştuğumuzda onlara Türkiye adına mektuplarımızı takdim ettiğimizdeki sevinçleri, bize içten sımsıcak sarılmaları, mutluluklarını düşündüğümde tekrar gözlerim doluyor. Biz oraya belli bir bilinçle ve ağır bir yükümlülükle gezmek için değil, anlamak ve anlatmak üzere gittik. Ve eminim ki hepimize şuur kattı, ufkumuzu açtı ve sarstı. Sizin sadakalarınız bir çok kişinin yoldaki duruşunu sağlamlaştırdı. Bunun için hepinizden Allah razı olsun. Özel bir teşekkürüm de kendi bütçesinden kısıp bu kumbaraya bağış yapan öğrenci kardeşlerimedir. Biz bu sorumluluğu ömürlük yüklendik inşallah. Yolumuza her zaman ekleyerek devam edeceğiz sizlerle birlikte. Ve şunu lütfen aklımıza kazıyalım. Bizi bekliyorlar gerçekten bizi bekliyorlar . Bize ihtiyaçları yok ama “biz”e ihtiyaçları var.

Aksâ ümmetini bekliyor! Aksâ Selahaddin’ini bekliyor!