Selamünaleyküm. İsmim Ayşe Serli. 42 yaşındayım. Sivas’lıyım ama Sakarya’da yaşıyorum.
Benim Kudüs bilgim ve sevdam son 1 seneye dayanıyor. Kudüs bilinci olan bir ailede büyümedim. Kudüs’le ilgili tek bildiğim şey orada bir zulüm olduğu ve sarı kubbeli yerin Mescid-i Aksa olduğu idi ki bu bilginin de yanlış olduğunu hayretle ve utançla öğrenecektim.
Her şey Nurdan Albamya İnce’nin “Filistin Hakkında Konuşmalıyız” adlı tiyatro oyununa gittikten sonra başladı. Gerçek bir hikayeye dayanan bu oyunda; Kudüs’te yaşayan, evinin penceresinden Mescidi Aksa görünen ve evi işgal güçleri tarafından zorla alınmaya çalışan, tüm aile üyeleri şehit edilmiş Meryem’in hikayesi anlatılır. Beni vuran sahnede Meryem namazdan sonra Rabbine dua ediyordu. “Rabbim bu zalimleri sana şikayet ediyorum. Ama en çok da ümmeti sana şikayet ediyorum, bizi yalnız bıraktıkları için” diyordu. Oyun bir bütün olarak beni çok sarsmıştı ama bu sahneyle beynimden vurulmuşa dönmüştüm. Birileri bir yerde beni Allah’a şikayet ediyordu ve ben hiçbir şey olmamış gibi yaşamaya devam ediyordum. O günden sonra sürekli “Kudüs için ben ne yapabilirim?” diye sormaya, araştırmaya başladım. Çevremdeki insanlar, hem de bu meseleyi bilen insanlar; “bunlar siyasi meseleler, bizi aşan meseleler, siyasilerin çözeceği meseleler, biz hiçbir şey yapamayız” dediler. Bunun üzerine internetten, sosyal medyadan araştırmaya, soruşturmaya başladım. Bu vesileyle Kudüs’le ilgilenen, çalışmalar yapan birçok sayfa ve insanla tanıştım.
Ve istisnasız hepsi bana şu cevabı verdi; “Kudüs için bir şey yapmak istiyorsan oraya gitmelisin ve başkalarının gitmesine vesile olmalısın.”
Ve 1 ay içinde Rabbim Kudüs’e gitmeyi nasip etti. Orada gördüklerim, şahit olduklarım ve hissettiklerim oraya gitmenin ne kadar önemli ve gerekli olduğunu net bir şekilde anlamamı sağladı. Mescid-i Aksa’nın geri kalan ümmet tarafından ne kadar yetim bırakıldığını ve Meryem’in ümmeti neden Rabbine şikayet ettiğini çok iyi anlamamı sağladı. Verilen 1 sayfaya neler gördüğümü ve ruhumda, zihnimde neler olduğunu sığdırmam mümkün değil.
Kudüs’e 7 Ekim öncesi, 7 Ekim öncesi fakat Mescid-i Aksa’nın Yahudilere ve Hristiyanlara açık olduğu bir dönemde ve 7 Ekim sonrası olmak üzere 3 kere gitmek nasip oldu. Bu seferim de dördüncüsü oldu. Ve dördünde de birbirinden farklı dört Mescid-i Aksa gördüm. Fakat tek ortak yön vardı; Mescid-i Aksa kendisini sahiplenen Filistinli bir avuç müslüman dışında diğer tüm ümmet tarafından kimsesiz, sahipsiz, yalnız ve yetim bırakılmıştı. Okunulan kitaplarla, edinilen bilgilerle, gidenlerden dinlenenlerle ve hatta benim yazdıklarımla orayı ve oraya gitmenin zaruretini idrak etmek gerçekten mümkün değil. İdrak etmek için oraya gitmek, şahitlik etmek ve o havayı teneffüs etmek gerekiyor.
İlk sefer ve bu seferde tek başıma, ikinci seferde 8 yaşındaki oğlumla ve üçüncü seferde oğlum ve eşimle birlikte idim. Küçük diye, zor olur diye çocuklarınızı, ailenizi götürmekten imtina etmeyin. Unutmayın; Mescid-i Aksa’nın bize ihtiyacı var ama ondan daha çok uyanışımız için bizim ona ihtiyacımız var. Mescid-i Aksa’nın çocuklarımıza ihtiyacı var ama ondan daha çok çocuklarımızın dirilişi için çocuklarımızın ona ihtiyacı var.
İlk üç seferimi kendi imkanlarımla yapmıştım. Dördüncü seferimi Kumbara vesilesi ile gerçekleştirdim. Kendisi gidemese de başkalarının gitmesine vesile olan, kendisi gittiği halde bir de başkalarının gitmesi için destek sunan tüm kumbara gönüllülerine hem kendi adıma hem Kudüs adına yürekten teşekkür ediyorum. Her biriniz için çokça dua ettim Mescid-i Aksa’da. Kudüs’ün yalnız ve yetim kalmamasına elinizden gelen desteği vermeye gayret ettiğiniz için Rabbim sizi en sevdiği kullarından olmakla şereflendirsin.