Kudüs’te bulunmaktan çok orada bulunmayı istemekti belki de en önemlisi. Genç yaşta, hayallerimiz henüz hamken; büyütüp olgunlaştıran bir güneş oldu Kudüs. Nasıl ki sönmek için yanmak gerekiyorsa, dönmek için de gitmek gerekti. Ne mutlu ki, bu vakitten sonra bizler dönüşün yolcusuyuz.
Anlamak için görmek ve işitmek gerekir derdim bu yaşıma kadar. Şimdi anladım ki anlamak için gitmek ve şahit olmak gerekirmiş. “Benim” dediklerim bana verilir zannederdim. Meğer sahip olmak için “biz buradayız” demek gerekirmiş. “Geldik, şahit olduk, buradayız” diyecekken dilimde yalnızca o mısra: Bize ait olan ne kadar uzakta!
İşte bu yüzden artık daha sık ekmek gerek umut tohumlarını. Daha çok çalışmak, daha çok anlatmak gerek. Çünkü bu şahitlik daha da yeşertmeli dallarımızı. Biz köklerimizden beslendikçe gür, canlı, dik fidanlar çoğalacak içimizde. Biliyoruz ki yaklaşıyor yaklaşmakta olan ve elbet birgün kavuşulacak. Hatırlamak gerek; emrolunduğu gibi okumak, anlamak bizi o güne ulaştıracak. Orada olmak gerek, bahçesindeki bir zeytin ağacı gibi. Üzerimizdeki bu unutmuşluk ve umutsuzluk hırkalarını çıkarıp attığımızda işte o zaman yeniden şehrin her kapısı Mescid-i Aksa’ya çıkacak.
Dilerim ki; anlayabilelim. Çünkü biz anlarsak ancak o zaman tüm bu anlatılanlar anlaşılacaktır. Ancak biz yürüdükçe ayaklarımıza bir Kudüs gücü gelecektir.