Giderken bile kafam çok net değildi, sağda solda abilerin dumanlı sohbetlerinde duyardım Kudüs’ü hep, bir dava türküsü tutturmuş, devletler kurup devletler yıkarlardı. Her Müslüman gibi bir farkındalığımız vardı tabi, ama Kudüs neydi bizim için, ne anlatıyordu Aksa bize. Derdim ki unutturamaz hiçbir şehir bana İstanbul’u, bir kaç gün uzak kalsam burnumda tüterdi, ama Kudüs öyle mi, tarihle bütünleşen maneviyatı, ruhaniyeti her saniye daha da fazla büyüledi beni, gezdikçe büyülendim, anladıkça daha çok bağlandım o şehre, unuttum geri kalan her şeyi, umarsızca dönen dünyayı, arkamda bıraktıklarımı ve İstanbul’u.
Sözün kısası neydi Kudüs bizim için, Müslümanlar için ilk kıble, yeryüzünde Allah için inşa edilen ikinci mescid, Müslümanların üçüncü haremi, isranın son miracın ilk durağı olan Mescid-i Aksa’nın bulunduğu, gerekse birçok peygamberin ve sahabenin yaşadığı ya da uğradığı bir şehir. Tüm bunların dışında inanırım ki bir direniş bir diriliş merkezi. Uyuyan ya da uyutulan ümmetin tekrar bir olacağı yer, belki bugün belki 100 yıl sonra ama tam olarak Kudüs’te, Kudüs için uyanacak bu ümmet. Eh, bizlere de bu uyanışın, sokaklarında yavaş yavaş büyüyen, kalplerimizde yavaş yavaş uyanan ve Selahaddin Eyyubilere gebe olacak bu direnişte bir yer almak, yüce Allah’ın bizlere lütfu olur.
İşte bu farkındalığı kazanmam ve yaymam noktasında, belki sadakalarından belki gönüllerinden kopan 3-5 kuruşu böyle güzel bir projeye ulaştıran bütün abilerim ve ablalarımdan ve Kudüs
kumbarası projesini oluşturan ve yöneten herkese ne kadar teşekkür etsem azdır. Allah razı olsun.