Kudüs kalbimin bir köşesinde hasret olarak yerini aldığından beri içim içime sığmıyor, gideceğim günün hayali yüreğime su serpiyordu. Biliyordum ki “Hasreti olmayanın hayali olmaz”, duası olmayanın da hayali gerçek olmazdı. Kavuşmamızın yakın olduğunu hissediyordum lakin bu kadar muhteşem olacağını düşünemezdim. Hayalim rüyalarıma eşlik ediyordu, Mescid-i Aksa’da namaz kıldığımı görüyordum. Bu hislerle Kudüs Kumbarası “Başvur” butonuna tıkladığımda sadece nasip diyordum. Gerçekten nasipti ve her ne kadar Mescid-i Aksa’yı görene kadar inanamasam da Kudüs’ün çağırdığı kişiler arasında ben de vardım. Biliyordum ki bu omuzlarıma yüklenen ağır bir yüktü. Bu sorumluluğu layığıyla yerine getirmeliydim.
Filistin’e ayak bastığımızda işgalin izleri her yerden belli oluyordu. Bizim için hiçbir sorun çıkmamıştı ama Kudüs’e girdiğimizde yolları çevreleyen utanç duvarlarıyla karşılaşmak yüreğimizi acıttı. Utandık bu duvarın sarıp sarmaladığı kardeşlerimizden. Çünkü bu duvarlar onları sadece dünyadan değil, kendilerine birkaç km uzaklıkta olan Mescid-i Aksa’dan da ayırıyordu. Öyle ki ezan sesini duymalarına rağmen Harem-i Şerif’e girmeleri işgalciler tarafından yasaklanmıştı. Daha sonraki günlerde Filistinli abilerden bir tanesi “Siz binlerce km uzaklıktan gelip Mescid-i Aksa’ya girebiliyorsunuz, biz orada okunan ezanın sesini duymamıza rağmen yanına dahi yaklaşamıyoruz.” Dediğinde işgal apaçık gözümün önüne serilivermişti ve gelişimizin kıymetini bir kez daha anlamıştım. Aslında biz Mescid-i Aksa’ya girişi yasaklanan müminlerin nöbetlerini devralıyorduk. İşte böyle düşününce kalbime Kudüs sevdasını koyan Rabb’e binlerce kez şükrettim.
Kudüs’te beni en çok etkileyen şeylerden biri de çocuklar oldu. Yetimhane ziyaretimizin ardından yol boyu gözyaşlarımın durmaması bunun en büyük kanıtı olsa gerek. Soğuk taş binaya girdiğimizde içeride açan mis kokulu goncaları gördüm. Bizi gördüklerinde başlangıçta çekinseler de birkaç dakika sonra kuşlar gibi cıvıldamaya başlamaları hepimizi mest etti. Hiç çıkamadıkları binanın soğukluğunu bizi görünce unutup “Gitme” demeleri yaktı ciğerimi. Ayrılmazdım onlardan elimde olsaydı ya da yanımda getirirdim hem de hepsini…
Kavuşmamız muhteşemdi, ayrılışımız hüzünlü ama bir o kadar da umutlu oldu. Tıpkı Kudüslü çocuklar gibi… “Biz burada kalacağız” dedi Kudüslü bir kardeşimiz. “Geri Döneceğiz” diye cevap verdik. Aksa’yı önce Allah’a sonra da onlara emanet ederek döndük…
Şimdi Kudüs sizi de çağırıyor, beni de. Döneli birkaç gün olmasına rağmen daha uzun kalmak için planlar yaparken buldum kendimi. Biliyorum ki oradaki çocukların bize daha çok ihtiyacı var.
Filistinli bir abiye Türklerden ne bekliyorsunuz diye sorulduğunda verdiği cevaplardan biri de “Burada bir Türk okulu açtırmanızı istiyorum.” olmuştu. Şimdi hayalim o abinin hayalini gerçekleştirip o Türk okulunda Kudüslü çocuklara öğretmenlik yapmak…
Şüphesiz biz Kudüs’ü kurtarmayacağız, aslında Kudüs bizi kurtaracak. Her anı bereketli olan bu mübarek topraklar özgürlüğüne kavuşacak. Çiçek kokuları barut kokularına değil, çocukların mis kokularına karışacak. Ve Aksa’nın bahçesinde bir daha, bu sefer daha gür bir şekilde bağıracağız:
CANIMIZ KANIMIZ SANA FEDA OLSUN EY AKSA!