Selamünaleyküm, ben Şükran Erin. Pamukkale Üniversitesi İngilizce Öğretmenliği 3. Sınıf öğrencisiyim.
Bu kor, üniversiteye başladığım ilk zamanlar arkadaşımın “ben Mescidi Aksa, Kudüs’ün göğsünde sızlayan yara.” diye başlayan bir şiiri atmasıyla başlamıştı. Sızlayan yara… Tam o vakit başlamıştı hikayem. Bilinçlenmeye, ne olduğunu anlamaya ve okumaya başlamıştım. Fakat yetmiyordu, o hasret okudukça çoğalıyor, bir dağ oluyordu yüreğimde. Aradan aylar geçmiş, artık bu hasrete bu kalp dayanamamış, daha vizem yokken bilet aldırmıştı bana. Kavuşmamıza üç gün kalmış, 7 Ekim’de Aksa Tufanı başlamıştı. Henüz Kudüs’e ulaşamamış bir yolculuktu benimkisi. Hedef, yalnızca yolda olmaktı ki, varmak değil… Elbet bir gün kavuşacağız. Zamanı gelince… Zamanı geldi, yollar kapalı dediler, gidemezsin dediler, nasıl gideceksin dediler. Rabbim öyle güzel biliyor ki, öyle bir vakitte nasip etti ki. Berat kandilinin bereketiyle orada olmak… Kudüs Kumbarasının ilk ekibinin gittiğini gördüğümde nasıl ağladığımı unutmamam… Bu zor günlerde kendi evimizi boş bırakmadığımızı görmek yüreğime bir umut serpti. Ben neyi bekliyordum? Ardından kumbaranın bordo pasaport ekip hazırladığını görünce formu doldurmaya başladım. Öyle bir hissettim ki gideceğimi, bazen bilmezsiniz ama hissederseniz. Haberi almam, sevinciyle ağlamaya başlamam, valizi hazırlayıp havalimanına gidişim, bekleyişim… Hepsi sessiz bir film izliyormuşsunuz gibi. Henüz sesi yoktu hiçbir şeyin. Daha açılmamıştı ışıklar, gelmemişti o kuşların sesi kulaklarıma, duymamıştım o çocuk yankılarını… Güzel Aksa, “Zeytindağın’a çıkacağım izlemek için seni. Bayram gibi geçireceğim cuma günlerini. Bahçende koşacağım korkusuzca.” demiştim ya bir keresinde sana. Öyle de oldu… Güzelliğine Zeytindağı’ndan şahitlik etmek… Ah, Zeytindağı! Sen ne hakikatlere şahitlik ettin… Bir cuma günü sana kavuşmamı, nasıl yazarım, bu kavuşmayı nasıl heceleyebilirim?
Işıkları açılmıştı yüreğimin, kanat çırpışı vardı o tutsak kuşların, yankısı vardı çocukların avlunda. Hüznü müydü bu gözyaşları ilk namazın, yoksa sevinci miydi? Kırgınlığı mıydı kendimize geç kalınmışlığın? İlk namazımı gözyaşlarımla bitirmişim, yanımda Filistinli bir kız çocuğu, beni sanki yıllardır bilircesine bitirmemi bekleyip hiç konuşmadan sımsıkı sarılması… Rüya mıydı Allah’ım? Efendimizin(sav) göğe yükseldiği yerle benim kavuşmam rüya mıydı? Elhamdülillah, sadece hamd edilir…
Bakmaya kıyamadığım, solumaya doyamadığımsın sen. Bilmezdim seni anlatacak tasvirlerin bu kadar aciz olduğunu bu derde düşmeden önce. Derlerdi ki hep, Aksa’ya giremiyorlar kardeşlerimiz. Bunun sadece cümle olarak bile acısı fazlaydı. Dahası bunu gidip orada yaşamak, bir Filistinli gibi hissedip kendi evimize alınmamak. İlk kez bir Filistinli gibi hissetmiştim. Evin iki karış karşında, ama giremiyorsun. Bunu yalnızca gidip kapısında bekleyerek anlayabilirsiniz. Derlerdi ki hep, oranın bereketi bambaşka. Ne açlık, ne yorgunluk, ne uyku… Hiçbirini hissetmemeniz bereketten değil de ne? Kudüs’ten önceki ben ve sonraki ben. Hayatınız tamamen bu şekilde ayrılacak ikiye. Bir yandan çırpınacaksınız neden daha önce gelmedim sana diye, diğer yandan alevlenecek içinizdeki o inanç her şeye rağmen döneceğim sana yeniden diye. Nefesim yettiğince anlatacağım seni herkese diye! Dönüşlerim hep sana olsun güzel Filistin… Benim hasretime, benim kalbimin yarasına ve kavuşmama vesile olan Kudüs Kumbarasına ve destek olan çocuğundan yaşlısına harçlığını ümmet için kumbaraya atan bütün bağışçılardan Allah razı olsun.