Doğduğum akşam annem ile göbek bağım kesildiğinde kalbim Aksa’ya bağlanmış, annemin Aksa’ya olan muhabbeti benim ismimi Miraç yapmıştı. Ben içimde amansız bir hasretle boğuşup hasretin sahibine gitmenin yollarını ararken bir arkadaşımın Kudüs Kumbarası vesilesiyle ribata gittiğini öğrendim. Ondan mukaddes topraklarda bana dua etmesini istedim ve kumbaraya başvurdum. Sıcak bir ikindi vakti gelen müjdeyle yolculuğumuz başladı.
Uçaktan inip Nebi Samuel’i ziyarete gittiğimizde ilk kez işgal edilmiş mukaddes bir mekanla karşılaşıyordum. O işgalci, kara çıyanların gözlerine baktığımda, bu mahlukların insanlığın güzelleştirdiği her şeyden ne kadar noksan olduklarını gördüm. Bu çıyanlar bilinçli bir kötülüğün kirini taşıyorlardı. Bilinç olmadan kafir bile olunamayacağını tefekkür edip Aksa’ya doğru yola devam ettik. Tepeden gördük Aksa’yı önce, muhabbet bir sel gibi köpürdü içimizde. Zannediyordum ki içeriye girdiğimde bu vuslatın ağırlığından gözyaşlarıyla yığılır kalırım ama ancak vakur ve Kudüs gibi mazbut yürüdüm. Aksa’da namaza ilk durduğumda bastığım yerin başka hiçbir mekâna benzemediğini anladım. Bir insan nasıl böyle hafifleyebilirdi? O gün ve sonraki gün Kudüs’ü keşfettik. Güya ilk kez geldiğimiz bu şehre hiçbirimiz yabancı değildik. Sokaklarında pörsüyen taşları biz her gece hasretimizle ezmiştik.
Sonraki gün Halilullah’ı ziyarete gittik. İşgalcilerin kulakları tırmalayan seslerine karşı Yasin Sûresi’ni okuduğumda ribatın ne olduğunu anladım. Velhasıl iyi ki gittim ve zulme ayn-el yakin şahitlik ettim. Boynuma bir zincir gibi Kudüs’ü astım da geldim. Bilinç olmadan kafir bile olunamayacağını, savaşın meydanlardan önce zihinlerde olacağını ve bizlerin ancak engin bir karakterle ve yetkin sözlerle huzurlu günlere kavuşacağımızı anladım. Elimin yetiştiği her insana Kudüs’ü anlatmaya söz verdim. Rabbim önce Kudüs Kumbarası ekibinden sonra bize bu vuslatı ve farkındalığı yaşatmaya vesile olanlardan razı olsun. Sevgi ve muhabbetle.