بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
الحمد الله رب العالمين والصلاة والسلام على رسولنا محمد و آله و صحبه أجمعين
es-Selâmu aleyküm ve rahmetullâhi ve berekâtuhû,
Ben Sena Ceyhan, 2000 yılında Sivas’ta doğdum. Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi 3. Sınıf öğrencisiyim. Fakülteye ek olarak medeniyetimizin yeniden ihyası için kız öğrencilere İslami ve Sosyal Bilimler eğitimi veren EDEP Onur Programında da eğitim alıyorum.
Ben Sena, sağ kulağıma ezanı okunduğunda babam, adımla başladı hikayem. Önce adıma sonra kalbime nakşettiler bu davayı. Küçükken en çok dinlediğim masal Güney’in Gelini Sena Haydali’nin şehadet masalıydı… Bu masal minik kalbimde Filistin davasının, sevgisinin tohumunu yeşertti. Sonrasında da hep gitmenin bir imkanını, yolunu bulmaya çalıştım. Hep niyet ettim, dua ettim. Bazen ye’se kapıldığım anlar oldu çünkü karınca kadrince yaptığım birikimler ancak uçak biletine yetiyordu, keza üniversiteye ek olarak ilmî anlamda kendimi yetiştirmek için gittiğim kurumun yaz tatili de dahil tatil günleri hiçbir gezi, tur vakitlerine denk gelmiyordu. Ama bir kapıyı kapatıp binlerce kapı açan Rabbim vardı. Ellerimi açıp ona Hz. Zekeriyya’nın duasıyla yöneldim. “Rabbim sana yalvarmakla şimdiye kadar hiç bedbaht olup bir şeylerden mahrum olmadım.” Bir duanın gölgeliğinde serinledim bunca vakit. Sonra bir gün bir telefon geldi, Kudüs kumbarasından bahsediyorlardı… Hemen o gün hem kumbara formuna hem de yeşil pasaporta başvurdum. Elhamdülillah birkaç gün sonra ikisinden de sevindiren haber geldi. Gideceğim güne kadar valizimi ne kadar özenle hazırladıysam kendimi mânevî olarak aynı özenle hazırlamaya çalıştım o kutsal beldeye. Seferimize saatler kalmaya başladığında ruhumun kanatlandığını hissetmeye başladım. Bu sefer gönlümün, ruhumun miracıydı.
Neden Kudüs’te bulunduğumu, neden ribat gruplarına bu kadar ihtimam gösterildiğini, neden binlerce insanın hiçbir karşılık beklemeden ellerindeki, avuçlarındaki mallarını kumbara hesabına infak edip bir insanın gelmesine vesile olduklarını her bir zerreme kadar Perşembe günü sabah namazı sonrası zamansal bölünmede idrak ettim. Daha öncesinde de bu sorulara kendimce cevaplarım vardı ama en güzel cevabı Rabbim bizzat yaşatarak verdi. 144 dönüm arazide murabıt abiler ve bizim kumbara ekibimizden başka hiç kimse yoktu… Yahudi gruplar mescidin avlusuna doğru girdikçe zaman ve mekânın sıkışmışlığına hapsolmaya başladık.
El- Halil, Halilu’r Rahman Camii
Her zerreme kadar Müslümanlığımdan utandığım mekân. Neden daha önce buralara gelip bu zulmü duyurmaya çalışmadığımı, neden bu kadar geç kaldığımı sorguladığım mekân. Ümmeti bölüp her şeyi rahatlıkla kanıksayabilen bireyler haline getirdikleri gibi önce şehri sonra camiyi de ikiye bölmüşler… Dört peygamber, üç tane peygamber eşinin kabirlerinin bulunduğu bir camiinin yarısı Sinagog’a çevrilmiş, 3 arama noktası 2 XR cihazından girilebiliyor. 5 Vakit ezan okunamıyor burada…
Burada dört gün boyunca yaşayıp hissettiklerimi sayfalarca anlatabilirim belki ama bir vefa borcu olarak esas anlatmam gereken Kudüs Kumbarası,
Mescitte kıldığım her namazda Hz. Süleyman’ın duası yankılandı zihnimde “Ya rabbi sen Mescid- i Aksâ’ya yalnızca namaz kılmak niyetiyle gelenleri bağışla” bizler yalnızca namaz kılmak niyetiyle gelmedik Ya Rabbi, buradaki zulümleri duyurmak, Müslüman kimliğimizin içlerini doldurmak için de geldik. Bizim burada bir rekat bile namaz kılmamıza vesile olanlara, başta kumbarayı kuranlara, bağışçılarına, rehberlerine bizim kıldığımız namazların ecrinin yüz mislini ver. Amin
Ruhun sılası Mekke, Medine, Kudüs ne zaman ki ayrı düşeriz işte o zaman gurbetteyiz. Kudüs de tekrar kavuşmak, vuslata ermek üzere Allah’a emanet olun.