Eyüpsultan Kız AİHL’de Meslek Dersleri Öğretmeniyim. İlk kıblemiz, ikinci mescidimiz, üçüncü haremimiz, İsra ve Miracin başkenti Kudüs’e belki ilk gidişimiz değildi ama ilk günkü heyecanla bekledik gideceğimiz günü. Çünkü Kudüs, kendisine samimiyetle gelenlere samimiyetle kapılarını açan, onları bağrına basan, sürprizlerle şaşkınlığınızı ve sevincinizi artıran bir şehir…
Hele ki bu şehri ziyaret, gönlü Kudüs aşkı ve şuuru ile dolu genç kardeşlerimle olunca, üstüne bir de Ramazan-i Şerif de eklenince kıymeti paha biçilemez oldu.
Nisan ayı olmasına rağmen ziyaretlerimiz boyunca son gün hariç, âdetâ kış aylarında olduğumuzu hissettiren bir serinlik, rüzgar ve yağış eşlik etmişti bizlere. Fakat olumsuz gibi görünen bu şartlar dahi, iman dolu sineler taşıyan genç arkadaşlarımı yolundan alıkoymadı. Daha önceki tecrübelerimden hareketle elimden geldiğince Kudüs’ü anlatmaya gayret ettiğim bu süreçte, her biri sanki bu kutlu belde için özel olarak seçilmiş kardeşlerimdeki enerji, peygamberlerin ayak bastığı mübarek beldenin her bir karışını adımlayarak âdetâ peygamberlerin ayak izini takip edip onlarla hemhal olma arzuları, her an öğrenme istekleri karşısında bizim de gücümüze güç geldi ve yorulmak nedir bilmeyen bu güzel ekiple bereketin merkezinde 4 bereketli gün geçirdik. Kardeşlerimin ilk’leri yaşadığı bu zaman zarfında onların hissiyatlarina şahit olmak, Mescid-i Aksa’yı ve etrafını tanımaya çalışmalarını görmek, yüzlerindeki masum çocuksu sevinci görmek, Peygamber Efendimiz’in (aleyhissalatu vesselam) emanetine sahip çıkma gayesiyle gerektiğinde aç, susuz, uykusuz kalıp konforundan uzaklaştıklarıni görmek insana şunları hatırlatıyor: Hani Üstad Necip Fazıl Kısakürek Gençliğe Hitabesinde diyor ya; “Bir gençlik, bir gençlik, bir gençlik… Zaman bendedir ve mekan bana emanettir! şuurunda bir gençlik… Kim var diye seslenilince, sağına ve soluna bakınmadan, fert fert “ben varım! ” cevabını verici, her ferdi “benim olmadığım yerde kimse yoktur! ” duygusuna sahip bir dava ahlakını pırıldatıcı bir gençlik…”
Varlıkları umudumuz olan, ecdadımız Osmanlı’nın 400 yıl boyunca gözü gibi koruduğu, 3 dinin mensuplarına hoşgörü ile muamele ettiği bereketli topraklara, inanıyorum ki onlar çok yakın bir zamanda “Fâtihler” olarak dönecek.
Böyle gençlerin elinden tutup onları peygamberler diyarı ile buluşturan, onların tarifi mümkün olmayan duygular yaşamasına vesile olan “Kudüs Kumbarası” bağışçılarına yürekten teşekkür ediyorum.